Akıllı Ol! - Papatyam Forum

Papatyam Forum

Go Back   Papatyam Forum > ..::.ÖYKÜLER & HİKAYELER.::. > Deneme & Düz Yazılar

Deneme & Düz Yazılar Bu Bölümde Türk ve Dünya Edebiyatından Deneme ve Düz Yazılara Yer Verebilir, Yorum Yapabilirsiniz...

Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Alt 21 August 2008, 19:55   Mesaj No:1

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Akıllı Ol!

Akıllı Ol!

Akıllı ol!”, günlük yaşamda belki de en sık işittiğimiz ve kullandığımız hatırlatmalardan birisidir. Akıllı olmak, elbette ki iyidir ama ne anlamda? Kendini bilmeyen, bencil bir kimsenin akıllı olması ile, bilge bir kişinin akıllı olması aynı mıdır? Yani bu iki tür insanın akıllarını kullanması ve yaşamda vardıkları sonuçlar aynı mıdır? Bir kimse düşünün ki, zekası ile gayet güzel sözcük ve mantık oyunları ve ufak tefek yalanlarla çevresindekileri aldatabiliyor ve kendince “aklını kullanıyor” ya da “akıllılık ediyor”… Sadece kendisinin akıllı olduğu zannı içinde, sözüm ona çevresiyle ilişki ve iletişimini “akıllı” bir şekilde sürdürüyor. Ama yalancının mumu ne zamana kadar bilirsiniz; çekirge bir atlar iki atlar, ondan sonra başına ne gelir bunu da bilirsiniz.

Nefsin eline geçmiş böyle bir akıl ile yaşamak, yani; yalan dolan, demagoji, mugallata ve çeneleşme üzerine kurulu bir iletişim ve etkileşim şekli ne kadar sağlıklıdır ve “böyle aklı” olmak bireyin başına neler getirir bilirsiniz. Daha doğrusu hepimiz bunu öğrenmişizdir yaşam kültürü içinde sınaya yanıla, sınaya yanıla… Ya da biraz, bilge kişilere özgü aklımız varsa, “böyle akıllı” geçinenlerin içine düştüğü komik ve kendini bilen insana yakışmayan durumları izleye izleye.

Evet, izlemek, yani gözlemlemek / tanık olmak ama sağlıklı bir gözlem ve tanıklık… Bunu hem çevremizde olup bitenlere, hem de kendimize yönelik olarak yapmak ne kadar önemlidir bilirsiniz. Sağlıklı gözlemin, içsel gelişim açısından yararlarına bu sayfalarda zaman zaman hep değinildi. İşte biz de bu yazımızda bu konuyu, kendimize yönelik gözlemi ve tanıklığı biraz ağırlıklı olarak ele alacağız. Tanıklık, kendimize yönelik ama neremize? Evet, bunu tahmin etmek zor olmasa gerek; yukarıdan beri biraz dikkatli okumaktaysanız, söz konusu gözlemin hedefi aklımızdır. Bu yazımızın başlığını oluşturan “Akıllı ol!” hatırlatmasının, hatta uyarısının bilgeliğe yönelik işlevi nasıl bir akıl ile olasıdır. Nefsin eline geçmiş bir aklın, gerçek akıllılık mı yoksa bir tür “budalalık”(1) mı olduğunu irdelemeye çalışacağız.

Doğu Ezoterizmi’nde “budalalık” sözcüğünde anlamını bulan bir akıl kullanma şekli tamamen kendini bilmeyen bireye özgü bir uygulamadır. Bu uygulama niçin budalacadır? Çünkü birey, aklının yönetimini nefsinin (ve sahte benliklerinin) eline kaptırmakla kalmamış, aynı zamanda o aklı ve düşünceleriyle özdeşleşmiştir. Aklını ve düşüncelerini kendisi sanmanın illüzyonu içinde, çevreyle sağlıksız, (doğal olarak, içsel gelişim açısından da) yararsız ilişkilerini sürdürmeye çalışır. Buna “illüzyonel ve kendinden bi-haber(habersiz) yaşam denmiştir. Çünkü bizler ne akılız ne de düşünce. Bunlar özdeşleşilecek şeyler değildir. Bunların hiç biri biz değiliz; ne akıl, ne düşünce, ne de beden…

Öyleyse bunlar niçin vardır? Sadece tanık olmak, onları gözlemlemek ve onları (ve asıl kendimizden başka her şeyi) araç olarak kullanmak ve idraklenerek şuurlanmak için vardır. Belki, “Bunun böyle olduğu nereden malum?” diyebilirsiniz, haklı olarak. Biz de yanıt olarak deriz ki, “İçinize dönün ve görün.” Evet, bunu kendi kendinize gözlemleyin. “Düşünceler süreci”nden (2) başka bir şey olmayan aklınıza tanık olun, kendinizi ondan ayrı tutmaya çalışarak, herhangi bir şeyi izleyen tarafsız bir gözlemci gibi. Bunu, kendi kendimizi aldatmadan (daha doğrusu aklımızın iğvasına kapılmadan) yapabilmek için aklımızla ve düşüncelerimizle özdeşleşmiş olup olmadığımıza karar vermeli ve her ne ise gerçeği kabul etmeliyiz. Onlarla özdeşleşmişsek; önce bunu fark etmeli, kabullenmeli ve önce bu özdeşleşmeden yakamızı kurtarmalıyız. Aksi halde böyle bir özdeşleşme içinde yapılan tanıklık ve gözlem sağlıklı olmaktan çok uzaktır.

Evet, denemiş olanlar bilir; bu kolay değildir ve buna engel yine aklımızdır. Çünkü o gözlenmekten, birinin tanıklığı altında olmaktan hiç hoşlanmaz; ister ki hem tamamen başı boş olarak, hem de alabildiğine özgür olarak koştursun dursun. Ama bu özgürlük ehlileştirilmemiş vahşi hayvan özgürlüğüdür, erdemli insanlara özgü ruhsal özgürlük değil. İşte yapılacak iş, bu vahşi aracımızı ehlileştirmek, onu kaba nefsaniyetin elinden kurtarmak için de; önceleri tamamen tarafsız kalmaya çalışarak onu izlemek. Ondan ayrı (evet, gerçek anlamda ayrı) olduğumuzu bilerek izlemek, tanık olmak. Akıl olmadığımızı hep hatırda tutarak izlemek ve ona sadece tanık olmak, başka hiçbir şey değil. Bırakın, akıl her ne ise o olsun. Ama biz akıl değiliz; akıl olmadığımız gibi, düşünce ve beden de değiliz.

Böyle bir niyet ve uygulama içinde akla yöneldiğinizde, onunla daha az özdeşleştiğinizi kanıtlamış olacaksınız ve hemen göreceksiniz ki; akıl, gücünü yitiremeye başlayacaktır. Çünkü akıl, gücünü; bizim onunla özdeşleşmemizden alır. Onun gücü, siz onunla özdeşleşmiş olduğunuzdan dolayı vardır. Bu şekilde kanınızı emer durur; bencilce ve (Budizm’deki ifadesiyle) “budalaca” uygulamalar içinde içsel gelişiminizi yavaşlatır ve zorlaştırır. Ama açıktan ve uzaktan sadece bir gözlemci olarak ona bakmaya başladığınız zaman, akıl eksilmeye ve gücünü yitirmeye, daha doğrusu nefsani kabalığını yitirmeye başlar. Aklın gücü nefsani kabalıktır. Aklın bu şekilde güçsüzleşmesi sahte benlikleri de zayıflatır. Bu durum; başka türlü ifadesiyle, nefsani aklın ve sahte benliklerin kontrolünün yavaş yavaş bizim kendi elimize geçmesidir. Ama genellikle durum böyle değil; tanımakta ve eğitmekte çok zorlandığımız nefsimiz aklımızı, aklımız da bizi ele geçirmiş durumda… Yani arabacının kontrolundan çıkmış atlar almış başını gidiyor; beden arabasını da arkalarından sürüklüyor ve arabacı bir türlü olaya el koyamıyor, çünkü arabacı(bedensel eben) uykuda…

O halde ne yapmak gerek? Yukarı da da değinip geçtiğimiz gibi, önce gerçeğin (acı da olsa) bu olduğunu kabullenmek ve duruma şimdilik tanık olmaya çalışmak. Zaten akla karşı herhangi bir eylemde bulunmaya gerek yok. Neden gerek yok, çünkü, her şeyden önce bunu kim yapacak? Yine akıl değil mi, aklın kendisiyle mücadelesi olurdu bu. Aklınızı ikiye böleceksiniz; biri, kendinin öteki parçasını öldürmeye çalışarak ötekine egemen olmayı, ötekinin üstüne çıkmayı deneyecek ki, olacak şey değildir bu, saçmalıktır. Bunu önermiyoruz. Akıl ya da düşünceyi durdurmaya çalışmayın, onları gözleyin. Hatta aklı tümüyle özgür bırakın; istediği kadar, istediği hızda koşsun, denetlemeye çalışmayın ama sadece sabırlı ve ön yargısız bir tanık olun.

Akıl durursa, günün birinde kendi kendine durur, ama hiç kimse onu durduramaz. Onu sadece gözlemleyebiliriz ve onun ne olduğunu, neden sürekli koştuğunu anlamaya çalışırsınız: Örneğin, eğer akıl para konusunda düşünüyorsa, anlamaya çalışın onu. Para konusuna hayal kurmaya, piyangodan ikramiye kazandığınızı ya da şunu bunu düşünmeye başlar. Hatta, sonra o, parayı nasıl harcamalı diye düşünmeye bile başlar. Bu da yetmez; akıl, bir cumhurbaşkanı, bir başbakan olduğunu bile düşünür… Aklı gözleyin yalnızca; akıl neye doğru gidiyor diye gözleyin onu. Aklın nerelerde at koşturduğuna tanık olun.

Akla düşman gözüyle de bakmayın, onu gözleyen bir dost olun; çünkü akla düşmanınızmış gibi, ya da siz onun düşmanıymışsınız gibi bakarsanız, gözlemleyemezsiniz onu. Birine düşman gibi bakarsanız, ona hiçbir zaman derinliğine bakamazsınız. O kimsenin gözlerinin içine asla bakamazsınız, gözlerinizi kaçırırsınız. “Aklı gözlemleyelim” derken, şunu kastediyoruz: Ona derin sevgiyle, hoşgörüyle ve hatta saygıyla bakalım. Çünkü her şey gibi, akıl da bize Tanrı tarafından verilmiş bir tekamül aracıdır, Kur’an’ca ifadesiyle “nimet” tir. İçsel gelişim araçları olan nimetler bizlere kullanılsın, yararlanılsın diye verilmiştir; özdeşleşilsin, putlaştırılsın diye değil. Akıl da bir araç olmalıdır, efendi değil. Ama ne yazık ki, beşeri koşullandırılmalar ve maddesel bağımlılıkla akıl, efendi haline gelmiştir. Gözetimden çıkmış nefsani akıl efendi olduğu zaman, bireyden bilgelik beklenemez. Bu nedenle doğru dürüst meditasyon bile yapamıyoruz. Çünkü akıl efendi olduğu zaman, meditasyon dışı bir durum vardır. Ama siz (bilinciniz) efendi olduğu zaman, bir meditasyon durumu var olabilir.

Aslında aklın kendisinde yanlış bir şey yoktur. Düşünmenin de kendisinde yanlış bir şey yoktur. Aklımızdan geçen düşünceleri gökyüzündeki bulutlara benzetelim: Gökyüzünde hareket eden güzel bulutlar gibi, içsel gökyüzümüzde de düşünceler sürekli olarak hareket halindedir ve bu durum güzeldir de… “Ağaçlarda açan çiçekler gibi, bedensel benimizde beliren düşünceler de neden güzel olmasın?”(2)

Aklın ince nüanslarını, ani dönüşlerini, ani atlayışlarını ve hatta sıçrayışlarını, akılın oyunlarını, onun ördüğü rüyaları, hayal gücünü ve belleği hep gözleyin. Gözleyin, tanık olun ama hep mesafeli, uzak ve karışmadan bunu yaparsanız, gitgide duyumsamaya başlayacaksınız onu. Bu tanıklıkta, dikkatiniz ve farkındalığınız geliştikçe / derinleştikçe; “geçitler” ve “aralıklar” ortaya çıkmaya başlar. Bakarsınız, bir düşünce gider, bir başkası gelmiştir ama arada bir boşluğun yer aldığını fark etmişsinizdir. Aynen bulutlar gibi; biri gidince bir sonraki geliyor ama arada bir “boşluk” var.

Bu şekilde ve işte bu aralarda “akıl yokluğunun anlık görüntüleri” ne tanık olursunuz ve “akıl yokluğu”nun tadı işte buralarda çıkarılır. Bu küçük aralıklarda, birdenbire içsel gökyüzünüz de açılır ve sanki bir güneş parlar. Burada “akıl yokluğu” mecazi bir ifadedir. Akıl yine oradadır ama onu kullanabilir ya da kullanmayabilirsiniz, kendi başına buyruk değildir. “Aklın yokluğu” akla karşı değildir; “akıl yokluğu” aklın ötesindedir. “Akıl yokluğu”, aklı öldürmek ya da onu yok ederek gelmez; “akıl yokluğu”; aklı, düşünceye artık gerek kalmayacak biçimde toptan kavradığımız zaman gelir. Bu durumda kavrayışımız onun yerini almıştır.

“Gözlerinizdeki perde artık orada değildir. Açık seçik görürsünüz, derinliğine görürsünüz, tüm var oluş saydam hale gelir.”(2) Başlangıçta; kısa, az ve uzak aralıklarla olur bu: Küçük “sessizlik havuzları”, bunlar gelecek ve gidecekler. Ama artık doğru yolda olduğunuzu bilirsiniz ve yeniden gözlemeye başlarsınız. Bir düşünce geçtiğinde, onu gözlersiniz. Bir “ara” geçtiğinde onu da gözlersiniz, tarafsız ve sakin bir gözlemci olarak. Bulutlar / düşünceler güzeldir, ama aralardaki güneşin pırıltısı daha güzeldir. Bir “seçici” değilsiniz şimdi. Sabit bir akla sahip değilsiniz şimdi. “Bulutları / düşünceleri” değil, sadece aralıkları istiyorum.” demezsiniz. Aptalcadır bu, çünkü; bir kez sadece aralıkları istemeyi tutku haline getirir, aralara bağımlı olursanız, tekrar düşünme moduna girmiş olursunuz. “Bağlılık içermeyen tanıklık” önemlidir. Bağlılık, aklın devam etmesi için besindir. “Bağlılık içermeyen tanıklık” ise, onu durdurmaya çaba göstermeksizin durdurmanın yoludur. Bağlılık oluşmaya başladığı zaman, bu “aralar” kaybolacaktır. Bu “aralar” çıkarsa, kendiliğinden meydana çıkar, onları meydana çıkarmaya zorlayamazsınız. Bu “aralar” la gelen mutluluk dolu anlardan, keyif almaya başladığınız zaman, onları daha uzun aralıklarla elde tutma yeteneğiniz artar.

Bu şekilde günün birinde usta haline gelirsiniz. O zaman düşünmek istediğinizde, düşünürsünüz; düşünceye gerek olursa, onu kullanırsınız. Düşünceye gerek yoksa, onun dinlenmesine izin verirsiniz. Bu, içten dışa doğru olmak üzere; akıldan değil, kalpten bakmaktır. Bu şekilde kalpten bakışla, tüm evren bir birlik gibi görünür. Birlik, sadece kalp ile yakalanır, akıl ile değil. Akıl bir bölücüdür; kalp ise sentez üretir. Akıl ile yaklaştığınız zaman, tüm dünya atomsal hale gelir, yer küre atom atom bölünmüştür. Akıl çözücü ve bölücüdür, kalp ise birleyici, bütünleyici. Kalp birleştirici bir deneyim sağlar. Çokluktaki birliğe; akılla değil, kalp ile gidilir. Kalpten bakabilirseniz, tüm evren tek gibi görünür. Bir ve Tek Olan Bütünsel’ i o zaman daha derinlemesine sezinlersiniz.

İşte asıl deneyim, yaşanacak deneyim budur: Çokluktaki birliği, görünenin ardındaki görünmeyeni, görüneni de yönetenin görünmeyen olduğunu derinden hissetmek ve her şeyin aslında bir ve tek olan bir şey olduğunun kendimizin de O’ndan olduğunu anlamak. Bu akıl ile kavranacak bir şey değildir. Beşeri düzeydeki tüm deneyimler ise aklın aldatmacalarıdır (iğvasıdır) sadece. Özellikle nefsani deneyimlerin hemen hemen tümü zorluklardan kaçıştır. Nefsani kişi bedensel ve zihinsel konforunun bozulmasını istemez.

Bu nedenle aklımıza karşı, yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız anlamda bir tavırlanma içinde değilsek ve bu akla çok güveniyor ve her şeyi onunla halletmeye çalışıyorsak, hedefe vardığımıza dair aldatıcı bir duyguda kaybolma olasılığımız çoktur. Çünkü akıl, “Gidilecek yer kalmadı, vardın artık…” yanılsamasını oluşturabilir. Eğitilmemiş, kontrol altına alınmamış akıl aldatıcıdır; hiç kimse tarafından değil, kendi aklınız tarafından aldatılırsınız. İçsel gelişim yolunda, birey kendi kendisine engeldir; bu engel de onun kendi nefsi, nefsani aklı ve sahte benlikleridir.

Bunlar aslında aklın ve egonun kendine özgü nitelikleridir. Onlar oluşum olarak (bedenlenmeden dolayı) böyledir: Ego ve akıl sonuçlara şiddetli bir istek duyar; bu nedenle hep sonuca / sonuçlara yönelir. Nefsani ya da “egosal akıl” hiçbir zaman eylemin kendisiyle ilgilenmez, sadece en kısa yoldan ve zahmetsiz olarak sonuca ilgi duyar. Öğrenim görmüş kişi (yani, yaşam kültüründe “akıllı” kabul edilen kişi) kurnaz olabilir ama bilge olamaz, yalnızca akıllı olur. Hatta aklını nefsinin eline iyice kaptırmış ve biraz da zeki ise o kadar kurnaz olur ki, hiçbir şey yapmadan her şeye sahip olmak ister ve onun için maddesel birikim(3) en büyük güç ve güvencedir.

Bu nedenle, meditasyon yapmak da egosal aklı rahatsız eder. Egosal akılları baskın olanlar meditasyondan sıkılır, kolay kolay yapamazlar. Çünkü, sonuçlara şiddetli bir istek ve merak duyarlar. Oysaki meditasyon, herhangi bir sonuca yönelmeyen bir durumdur. Yalnızca, sonuca yönelmeyenler rahat ve gerçek meditasyon yapabilirler. Ayrıca, meditasyona engel, elbetteki egosal aklın bitmek tükenmek bilmeyen gevezeliğidir. Bir dakika bile oturamazsınız. Akıl gevezelik etmeyi sürdürür hep, durmaz onun çenesi; sizin meditasyon ya da bir ibadette oluşunuz hiç önemli değil, hatta çok sıkıcı ve anlamsızdır. Sizin içinde bulunduğunuz ya da bulunmaya niyetlendiğiniz durumla ilgili / ilgisiz, anlamlı / anlamsız düşünceler sürer gider. Sürekli bir düşünce trafiğidir, sürekli ve uğultulu… Bu nedenle, egosal nitelikli bir akla sahipseniz, kolay kolay meditasyon ya da ibadet yapamazsınız: Aklınız, bu basit yöntemlerin hiçbir yararı olmayacağını fısıldayacaktır kulağınıza; “Onlar basittir, hiçbir şeyi başaramazlar. Tanrısal varoluşa ulaşmak için böyle basit yöntemler nasıl kullanılabilir, nasıl herhangi bir yardımda bulunabilirler…” diye. Egonuz onların hiçbir yararı olmayacağını söyleyecektir. Şimdi gelin de, “Yarabbi, beni bu akıl derdinden kurtar!” diye dua eden Sufiye hak vermeyin…

Tüm bunlardan dolayı, beşeri akla karşı dikkatli, hele egosal akla karşı daha da dikkatli olmakta çok yarar var. Değerli yazar ve konuşmacı Osho, daha da ileri giderek(2), “Aklın sağlayacağı yanıtlardan / çözümlerden hiç birine inanmayın!” diyor. Akıl, ona sorduğunuz her şeye yanıt üretmeye çalışır; onun için yanıtlanmayacak bir şey yoktur. Çünkü akıl, en doğru da dahil, her şeyi bilebileceği zannına sahiptir. Çünkü egosal aklın bir özelliği de “enaniyet”(4) sahibi olmasıdır. Akıl size yanıtlar sağlayacaktır; ama, onu şaşırtmak ve pes ettirmek istiyorsanız, sormayı sürdürün ve hiçbir yanıtı kabul etmeyin, çünkü beşeri akıl (hele egosal beşeri akıl) tarafından verilen / verilecek olan tüm yanıtlar en azından eksiktir. Akıl mantıksaldır, lineerdir, o bir çizgide hareket eder. Güvenmeyin ona. Sormayı sürdürün; hiçbir yanıtın verilmeyeceği bir an gelecektir. İşte o zaman gerçek yanıtın daha yakınındasınız. Akıldan hiçbir yanıt gelmediği zaman, asıl yanıtın daha yakınındasınız. Sorular, düşünülerek sorulur ama asıl yanıtlar düşüncesizliktedir. Çünkü yanıtın gelmediği anda akıl sessizleşir, ya da o anda akıldan uzaklaştınız demektir…Bu, “aklın yokluğu” dur ve daha önceki paragraflarda bunun (mecaz anlamda “akılsızlık”ın) ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmıştık.

Akıl, yukarıdaki şekilde (ya da her hangi bir şekilde) sessizleştirildikten sonra, sadece onu değil, kendinizi de daha yakından inceleyebilirsiniz. Bu durum, bireyin; kendisini bedenden / kimlikten kurtarmasıdır. Osho’nun deyimiyle “aklın içsel mağarası” dır bu.
Bir kez kendinizi bedenden / kimlikten kurtardınız mı, hareket etmekte özgürsünüz. Şimdi aklınızın içine doğru hareket edebilirsiniz, derinlemesine aşağıya. Aklın içsel mağarasıdır bu, Aklın bu mağarasına girerseniz, aynı zamanda akıldan da ayrılırsınız. İşte o zaman, aklın da bakabileceğiniz bir nesne olduğunu göreceksiniz. Bu akla giriş, “içsel varlığınızı ayrıntılarıyla görme” diye de ifade edilmiştir. Aslında beden ve aklın ikisinin de bu anlamda içine girmeli. İşte bu, gerçek anlamda (daha önceki paragraflarda anlatmaya çalıştığımız) “tanıklık” tır. Esasen bizler, ruh varlıkları olarak, beden ve akıl da dahil, her şeye tanıklık eder durumdayız. Çünkü biz, ne bedeniz ne de akıl. Bu yüzden, beden ile ne yapıldıysa, akla ulaşır ve akıl ile ne yapıldıysa da bedene ulaşır. Biz, ruhsal ve bedensel bir varlıkız, yani her ikisi birdeniz.

Öneminden dolayı, aklı gözlemeyi ve onun tarafsız bir tanığı olma konusunu, tüm bu açıklamalardan sonra, bir kez daha ele almanın yararlı olacağına inanıyoruz: Akıl hedef alınarak yapılacak bir tanıklığın, aklın kontrolü açısından ne kadar önemli olduğu herhalde anlaşılmıştır. Kendini tanımaya yönelik böyle bir eylem akla yönelik çok önemli bir harekattır. Çünkü akıl, sizin bir tanık haline gelmenizden çok korkar. Bir tanık haline gelme aklın ölümüdür. Oysaki akıl eylemcidir, hep bir şeyler yapmak ister; tanıklık ise hiçbir şey yapmama durumudur. Aklın, bir tanığı haline gelirseniz, bu onun için; bir daha ona gereksinim duyulmayacağı anlamına gelen korkunç bir durumdur ve sizin üzerinizdeki egemenliğinin sona ermesidir. Çünkü onunla özdeşleşmeden vazgeçmiş ve onu gözler hale gelmişsiniz. Ama korksa da korkmasa da, bunu yapmak zorundasınız, onun hegemonyasından kurtulmak ve kendiniz olmak için. Akla tanık olduğunuz zaman, o ortalardan kaybolmak zorundadır; en azından eskisi gibi at koşturamaz ortalarda, başı boş değildir, artık bir gözleyeni vardır.

Akıl, derin uykuda olduğunuz sürece var olabilir sadece. Çünkü akıl, bir rüya görme halidir. Rüyalar ise uykuda var olabilir yalnızca. Ama bir tanık haline gelirseniz, uykuda olmazsınız, uyanıksınızdır. Hatta bunu iyi bir şekilde yaparsanız, farkındalık halini yakalarsınız. Bu şuur halinin yoğunluğu ve ışığı altında akıl ölür. İşte bundan dolayı akıl, kendisine yönelik tanıklığı, gözlemi sevmez ve bundan hep korkar. Korktuğunun başına gelmemesi için, size bir çok sorun yaratır ve sizi şöyle ikna ile ona tanıklıktan vazgeçirmeye çalışacaktır kurnazca: “Güvenlik, selamet benimle birlikte. Benimle, iyi korunan bir sığınak altında aşıyorsun. Benimle beraber becerikli ve etkilisin. Beni terk ettiğin anda, tüm bilgini bırakmak zorundasın ve sadece güvenliğini değil, güvencelerini de terk etmeye mecbur kalacaksın.”

İşte böyle, değerli okurlar; akla dikkat edelim, bizi kandırmasın. Çünkü o, kurnazlığı marifet sayar, kendini bir şey sanır ve kendini kusursuz zanneder. Aklımızla ve onun ürünü olan düşüncelerle özdeşleşmeyelim; çünkü biz ne akılız ne de düşünce ama hepsinin gözlemcisi ve yöneticisiyiz aslında(5). O halde, enkarne varlıklar olarak (bedensel ben olarak) aslımıza, asıl kendimize uygun bir şekilde, hatta tam onun muradı yönünde (yaşam planımız doğrultusunda yaşayalım. Kurtuluş bundadır…
Derleyen: Selman Gerçeksever

………………………
(1) “Budalalık”, kendini bilmeyen kişilere özgü uygulamaları betimlemede (özellikle doğu mistisizminde) yaygın olarak ve rahatlıkla kullanılan bir sözcüktür.
(2) Osho, MEDİTASYON, Omega Yayınları
(3) *“Ululuk, ne şal iledir, ne de mal ile; fakat kemal iledir.”- Esad M.Paşa (Tasavvuf Terimleri Sözlüğü)
* “Kendinizi tanımıyorsunuz. Varlığınızın tümüne yabancı durumdasınız. Her şeyi madde ile ölçüyorsunuz. Yaşayan, hisseden ve ‘benim’ diyen varlığınızı bile madde hüviyetiyle damgalıyorsunuz.”-Kemal Yolcusu

(4) “Bilgi aracılığıyla ego oluşturmak” anlamına da gelen “enaniyet”; nefsaniyetten kaynaklanan kendini beğenmişlik, bilgiçlik duygusu ve ayrıcalık zannıdır.
(5) “Akıl, can ile idrak sahibi olmuş ve canlanmıştır. Ruh nasıl olur da aklın tasarrufuna girer.” –Mevlana Celaleddin
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları

Cevaplar Son Mesajlar
Akıllı kadınlar neden yalnızdır PESTEMAL Bayanlara Özel (Erkeklerin Girmesi Yasaktır :-)) 0 04 January 2009 15:26
Hangi erkekler akıllı kadın sever? PESTEMAL Erkeklere Özel 0 10 March 2008 13:42
Ne Kadar Akıllı REHA Deneme & Düz Yazılar 0 20 September 2007 11:38
Sony Map. Akıllı Yol Haritası.. coskun_yeter61 Programlar ve Anlatımlar 0 18 December 2006 04:13
Akıllı Er:) PESTEMAL Fıkra Diyarı 2 27 November 2006 15:27

Yeni Sayfa 1

www.papatyam.org Ana Sayfa

Tefekküre Davet Köşesi

Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın

                       Instagram         

Papatyam alemdarhost.com sunucularında barındırılmaktadır.