12 February 2008, 16:10 | Mesaj No:1 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
Gerileme devri ve son GERILEME DÖNEMI VE GERILEMEYI DURDURDURMA ÇABALARI 1764 yilinda Rusya, Osmanlilarin toprak bütünlügünü garanti ettigi Lehistan'i isgal etmis ve kaçan mülteciler Osmanli sinirini geçen Ruslar tarafindan katledilmistir. Bu olay üzerine Osmanli Devleti Rusya'ya savas ilân etmistir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kirim'i isgal ettikleri gibi, Ingilizlerin de yardimiyla, Baltik filosonu Akdeniz'e göndererek, Mora Rumlarini isyana tesvik etmisler ve Çesme'de demirli Osmanli donanmasini gafil avlayarak, gemileri yakmislardir. Bu arada Misir'da da bir isyan hareketi baslamistir. Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanli kuvvetlerinin mevzii basarilar kazanmasinin ardindan II. Katerina, Lehistan isini halletmeyi plânladigindan Osmanlilarla anlasma yapmayi kabul etmistir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) basa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlasmasi ile (21 Temmuz 1774) Kirim Hanligi Osmanlidan kopartilarak sözde bagimsiz bir devlet olmus, Baserabya, Eflâk, Bogdan Osmanlilarda kalmis, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmistir. Ruslar bu anlasmayla Ingiltere ve Fransa'ya taninan kapitülâsyonlari da kazanmis ve her yerde konsolosluk açma hakkini elde ederek, Osmanlinin iç islerine karisabilecegi bir ortami kendine hazirlamistir. Nitekim 1783'te Kirim'i isgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sicak denizlere inme politikasini gerçeklestirme yönünde büyük bir adim atmis, Ortadokslari himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmistir. Rusya'nin nihaî amaci, Istanbul'u ele geçirerek Bizans'i yeniden diriltmek idi. Iste bu maksatla, Osmanli Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir anlasma yapildi. Bu anlasmayi haber alan Osmanli Devleti, Prusya ve Ingiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karsi savas açti. Halkin infialine neden olan Kirim'i geri almak Osmanlinin en büyük arzusuydu. Ancak bu savasa Rusya'nin müttefiki olan Avusturya'nin da katilmasiyla, Osmanlilar iki cephede birden mücadele etmek zorunda kaldilar(1788). Avusturya'ya karsi iki kez savas kazanildi. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karsi dogu cephesinde basari saglanamadi. Bu tarihlerde Osmanli tahtina III. Selim çikmisti (1789-1807). III. Selim Isveç ile bir anlasma yaparak Rusya'ya karsi bir müttefik kazanmisti. Ancak Rusya Bükres ile Küçük Eflâk'i almis, ardindan da Belgrat ve Bender düsmüstü. 1790'da Avusturya Imparatoru II.Joseph ölünce iç ayaklanmalar bas göstermis ve Fransiz ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye baslanmisti. Bunun üzerine yeni Imparator II.Leopold, Zistovi anlasmasini imzalayarak Osmanlilarla olan savasi sona erdirdi (1791). Bu anlasma mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de, Ispanya'nin araciligiyla Yas Baris Antlasmasi imzalandi (1792). Rusya'nin savas sirasinda isgal ettigi yerlerden sadece Özi, anlasmayla verilmis oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlasmalarla, Fransa ve Lehistan'daki gelismelere dikkatlerini verirken, Osmanli Devleti de gerekli islahatlari yapmak için bir soluklanma zamani bulabilecekti. Kaynak: Osmanli tarihi
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:11 | Mesaj No:2 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
19. Y.Y. OSMANLI DEVLETI'NDE ISLAHAT ÇABALARI VE OSMANLI DEVLETININ SONU
a-Nizam-i Cedit Iyi bir egitim görmüs olan III. Selim bu baris döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî alanda, islahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla, Nizâm-i Cedit adi verilen ilk islahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocagi'ni kaldiramayacagini bildiginden, öncelikle Nizâm-i Cedid denilen bu orduyu batili tarzda düzenleyip, basarisini kanitlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocagi lagvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çikan gelismelerden endise duyan Yeniçeriler, bazi devlet adamlarini da yanlarina çekerek yeniliklere karsi çiktilar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon Bonapart, bir orduyla Misir'i isgale baslamisti (1798). Osmanlilar, Rusya, Ingiltere ve Sicilya'nin da menfaatlerine dokunan Fransiz isgaline karsi harekete geçti. Ehramlar savasiyla, Misir'i ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanli savunmasini geçemedi (1799). Kusatmayi kaldiran Napolyon geri dönerken, yerine biraktigi ordu komutanlari da maglûp edildiler. Neticede Fransizlar Misir'i terk etmek zorunda kaldi(1801). Fransa'yi barisa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarinin is birligi yapmalari, Ingiltere'nin Fransiz savas ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa'nin Akdeniz ve Orta Dogu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onlari barisa zorlamaktaydi. 1802'de imzalanan anlasmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almis ve kapitülâsyon hakkini elde etmistir. Bu olayi bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanmasi, Osmanli donanmasiyla birlikte Fransa'nin elindeki bazi adalari ele geçirmis idi. Fakat halk, ebedî düsman olarak gördügü Rusya ile is birligi yapilmasina büyük tepki göstermis ve bunun sonunda III. Selim'e ve islahatlarina karsi cephe genislemisti. Üstelik Napolyon'un, Orta Dogu'da Araplara yönelik propagandasinin da etkisiyle bölgede bazi isyanlar çikmisti. Böylece Bulgaristan ve Sirbistan'da çikan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çikan isyanlar eklenmis oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmislerdi. Osmanlilarin tekrar Fransa ile yakinlasmalari, Ingiliz ve Ruslari harekete geçirmis ve sonunda Rusya Eflak ve Bogdan'i isgal etmisti. Bu savas sürerken Nizâm-i Cedit'in Rumeli"ye de kaydirilmasindan memnun olmayan isyancilar Sehzade Mustafa'nin tahrik ve tesvikiyle birleserek Ikinci Edirne Vak'asi denilen büyük bir ayaklanma baslatmislardi (1806). Neticede Istanbul'da patlak veren Kabakçi Mustafa Isyani III. Selim'in sonunu hazirladi. Saraya giren isyancilar III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yi tahta geçirdiler (29 Mayis 1807). Nizâm-i Cedid lagvedildi. Fakat III.Selim'e bagli olan Ruscuk bayraktari Mustafa, yenilik taraftarlariyla birleserek, karsi darbede bulundu. Amaci III. Selim'i yeniden tahta çikarmakti. IV. Mustafa'nin, sabik padisahi öldürttügünün ögrenilmesi üzerine, kardesi II.Mahmut basa geçirildi (28 Temmuz 1808). Alemdar Mustafa Pasa sadareti üslenerek, III. Selim'in baslattigi islahatlari devam ettirmeye çalisti. Nizâm-i Cedit'i, Sekbân-i Cedit adi ile yeniden canlandirdi. Ancak ulemayi ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Pasa, 1809'da çikan bir isyanda öldü. II.MAHMUT VE ISLAHAT HAREKETLERI II.Mahmut devri (1808-1839), hem gerçeklestirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlariyla Osmanli Devleti'nin yol ayrimina girdigi bir dönemi ifade eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu bastan asagi düzenlemek ile ise basladi. Yeniliklere karsi çikan Yeniçeri Ocagi bir nizamname ile ortadan kaldirildi. Vak'a-yi Hayriye olarak adlandirilan bu köklü degisiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu olusturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun egmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'in sarayini basan yeniçeriler sadrazamin ve islahatçilarin baslarini istediler. Ancak At Meydani'nda toplanan yeniçeriler dagitildi, ocaklari bombalandi. Böylece Avrupa tarzinda yeni bir ordunun kurulmasi yönündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. II. Mahmut hükûmet teskilâtinda da degisikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlik) usulünü benimsedi. 1836 yilinda Dahiliye ve Hariciye Nazirliklari kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlasmalar yapildi. Iktisadî ve adlî sistemde degisikliklere gidildi. Avrupa tarzinda egitim veren rüstiyeler, Harbiye ve Tibbiye okullarinin açilmasi vb. gibi egitim alaninda da islahatlar gerçeklestirildi. Fakat, kimi seklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulundugu zorluklari asmasina yetmedigi gibi, Osmanli cografyasindaki parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi. SIRP VE YUNAN ISYANLARI Fransiz Ihtilâli'nin getirdigi milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasinda Rusya ve diger Avrupa devletlerinin tesvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim zamaninda isyan eden Sirplar, 1812 Bükres Antlasmasi ile bazi imtiyazlar almalarina ragmen, yeniden ayaklandilar. Yeniçeri Ocaginin kaldirildigi tarihlerde Sirplarla kismî bir anlasmaya varildi. Ancak 1830'da bir hatt-i serif ile Sirbistan'in Osmanli hâkimiyetinde bir prenslik olarak varligi kabul edildi. Rusya'nin XIX. yüzyila girerken Osmanliya karsi sürdürdügü savaslarin altinda Balkanlari ve özellikle Rumlari Osmanli Devleti'nden koparmak yatiyordu. Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adli cemiyetin baskanligina Yunan Isyani sirasinda Çar I.Alexsandre'in yaveri Prens Ipsilanti getirilmisti. Yapilan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarinda isyanlar çikarilacakti. Ipsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodokslari ayaklandirmaya çalisti fakat basarili olamadi. Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan Ipsilanti'yi desteklemekten vazgeçti. Bu sirada Mora'da da Patras baspiskoposu isyan etmisti (25 Mart 1821). 1822'de Yunanlilar bagimsiz olduklarini ilân ettiler, Mora'da ve adalarda çok sayida Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyani gayriresmî yollardan desteklemekteydiler. Girit ve Mora valiliginin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Pasa bu isyani bastirmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelisme karsisinda Rusya, Fransa ve Ingiltere aralarinda anlasarak (1827), Yunanistan'in özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlilari sikistirmak istediler. Türkler bu olayi iç islerine müdahale olarak kabul edip, teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanli ve Misir donanmasi Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle iliskiler kesildi ve 1828'de Rusya, müttefiklerinin destegiyle Osmanli Devleti'ne savas ilân etti. Rus ordusu doguda Erzurum'u ele geçirdi. Batida ise Edirne isgal edildi. Padisah, Prusya, Fransa ve Ingiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edecegini bildirdi. Böylece Edirne Antlasmasi(1829) ve ardindan Londra Konferansi (1830) imzalandi. Antlasma ile Prut iki ülke arasinda sinir oluyor, Eflâk, Bogdan ile Sirbistan'in özerkligi kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlilarda kalmasi sartiyla Yunanistan'in bagimsizligi da tasdik ediliyordu. MEHMET ALI PASA iSYANI VE MISIR MESELESI Mora'nin elden çikmasiyla, oglu Ibrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Misir Valisi M.Ali Pasa, II.Mahmut'tan, yardimlarina karsilik, Suriye'nin idaresini istedi. Bu istegin reddedilmesi üzerine M.Ali Pasa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Sam, oglu Ibrahim tarafindan ele geçirildi. Ibrahim Pasa, kisa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi. Konya yakinlarindaki savasta Osmanli ordusunu yenilgiye ugratti. Her birinin ayri hesabi oldugu büyük devletler, telâslanarak araya girmek istediler. Fransa ve Ingiltere'nin anlasamamasi üzerine, Rusya durumdan faydalandi. Zor durumdaki II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasinin Istanbul yakinlarina gelmesine müsaade etti. Rusya'nin kârli çikmasindan endiselenen Fransa ve Ingiltere, II.Mahmut ile anlasma yapmasi için M.Ali Pasa'ya baski yaptilar. Neticede Kütahya Antlasmasi imzalandi (1833). Bu anlasmayla, Mehmet Ali Pasa, Misir ve Girit'ten baska Sam ve oglu Ibrahim de, Cidde valiligi yani sira Adana'yi uhdelerine alacaklardi. Rusya, yardimlarina karsilik II.Mahmut ile Hünkar Iskelesi Antlasmasi diye bilinen bir anlasma yaparak, Istanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi basardi (1833). Anlasmaya göre Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün garantisi ve gereginde Osmanlinin yardimina kosulmasi karsiliginda Rusya, Bogazlarin bütün yabanci savas gemilerine kapatilmasini kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya anlasmasindan memnun degildi. Bu sebeple M.Ali Pasa'ya karsi yeniden harekete geçti. Fakat Osmanli ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Pasa, Osmanli donanmasini Misir'a teslim etmisti. Bu arada II. Mahmut ölmüs ve yerine I.Abdulmecit geçmisti (1839-1861).
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:12 | Mesaj No:3 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
MISIR MESELESI'NIN ÇÖZÜMÜ VE BOGAZLAR MESELESI
Rusya'nin Hünkar Iskelesi Antlasmasina dayanarak duruma tek basina müdahale etmesini uygun bulmayan Ingiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nin da katilmasiyla Londra'da bir konferans toplandi (1840). Toplantida Mehmet Ali Pasa'nin veraset yoluyla Misir valiligine sahip olmasi karsiliginda, Suriye'den ve elinde tuttugu Osmanli donanmasindan vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarini M.Ali Pasa'nin tanimamasi üzerine Ingiltere Suriye limanlarini donanmasi ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Pasa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayimlayarak onun valiligini onayladi. Ardindan Ingiltere kendileri aleyhine olan Hünkar Iskelesi Antlasmasi'nin yürürlükten kaldirilmasini öngören uluslararasi bir konferansa ev sahipligi yapti. Londra Antlasmasi ile (Temmuz 1841), Istanbul ve Çanakkale bogazlari'nin baris zamaninda savas gemilerine kapali tutulmasinin kararlastirildigi bir Bogazlar Sözlesmesi imzalandi. Böylece Ingiltere, Rusya'nin elinden inisiyatifi almis oluyordu. b-Tanzimat Dönemi Daha önceleri gerçeklestirilmeye çalisilan Islahat Hareketleri, Osmanli Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalistigi, içte ve distaki basarisizliklarini önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya'nin mütemadiyen iç islerine müdahale etmesi, Osmanli Devleti'ni, kendi inisiyatifi disinda, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydi. Özellikle gayrimüslim unsurlari bahane eden devletlerin müdahalelerine firsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düsünülmekteydi. Hariciye Naziri Mustafa Resit Pasa'nin hazirladigi düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafindan tasdik edilmisti. 3 Kasim 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-i Hümayunu"nu ilan ettirdi. Bu fermanda, dini ve irki ne olursa olsun Osmanli tebaasindan olan herkesin esit olmasi, herkesin yasalara göre yargilanmasi, varligi ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yili geçmemesi gibi hükümler yer aliyordu. Ayrica Osmanli Devleti bu dönemde Avrupa tarzina öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu sekilde Avrupa devletlerinin en azindan bazilarinin, Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügüne saygisinin kazanilmasi hedeflenmekteydi. Fakat gelisen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacagini gösterecektir. SARK MESELESi VE KIRIM SAVASI Tanzimat döneminde nispeten saglanan baris ortami, Rusya'nin müdahalesiyle tekrar bozulmaya basladi. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, ayni zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak, dogrudan dogruya Osmanli Devletinin varligini hedef almaktaydi. Avrupalilar tarafindan "Sark Meselesi", önceleri Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün saglanmasi seklinde düsünülürken, daha sonra bu topraklarin paylasimi sorunu hâline dönüstürüldü. Çünkü Osmanli Devleti artik bir "hasta adam" idi. Ancak R.Mantran'in da ifade ettigi gibi, hasta, kendisini iyilestirmeyi amaçlamayan doktorlarin insafina kalmisti. Onlar, Avrupa'nin hasta adaminin mirasini paylasma telâsindaydi. Küçük Kaynarca antlasmasi'ndan sonra Osmanli topraklarindaki Ortodokslar'in haklarini koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunmasi ve idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransizlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarina Kudüs Kilisesi üzerinde bazi haklar taninmisti. 1808'den itibaren Rusya'nin baskilari neticesinde onlarin yerini Ortodoks papazlar almaya basladi. Fransa'nin ve Rusya'nin 1850-51'de Bab-i Ali'ye bu durum hakkinda yaptiklari müracaatlar, kurulan komisyonlarda degerlendirildi ve bazi kararlar alindiysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola, Ingiltere'ye Osmanli Devleti'ni aralarinda paylasmayi teklif etti ve Ingilizlerin sessizligini korumasi üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çikartti. Rus elçisi Mençikof'un asiri tavizler içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, Ingilizlere yakin olan Mustafa Resit Pasa'yi sadrazamliga getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Bogdan'i istilâ ettiler. Osmanli Devleti, Fransa ve Ingiltere ile ittifak anlasmasi imzaladi. Bu ittifaka Avusturya ve Italyan birligini kurmaya çalisan Piyemento hükûmeti de katildi. Ittifak donanmasi Çanakkale'de mevzilenmisti. Durumdan endiselenen Rusya, askerlerini geri çekmeye basladi. Müttefikler, Rusya'nin Karadeniz'deki gücünü ortadan kaldirmak için, Kirim'a yöneldiler. Ruslarin en büyük üssü olan Sivastopol, bir yil süren bir kusatmanin ardindan ele geçirildi (1855). Bu sirada tahta oturan II.Alexandre, baris yapmayi kabul etti. Müttefiklerin yani sira Prusya'nin da katildigi Paris Antlasmasi ile (30 Mart 1856), taraflar isgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlilarin toprak bütünlügü ve Bogazlarin statüsü, Avrupa'nin "kefilligi" altinda korunacakti. Osmanlilarin Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karsiliginda ise, sultan yeni bir islahat fermani irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsizliginin kabulü, savasin galibi durumundaki Osmanlilardin aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Bogdan'in birlesmesi ve Sirbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlasmasiyla tescil edilmisti. c-Islahat Fermani : Henüz Kirim Savasi sürerken, Viyana'da bir araya gelen Ingiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasindaki farkliliklarin her alanda ortadan kaldirilmasini öngören bir fermani sultanin yayimlamasini, baris için ön sart kosmuslardi. Paris Antlasmasi müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafindan yerine getirildi ve Islahat Fermani ilân edildi (18 Subat 1856). Tanzimat'la kabul edilen hususlarin esas alindigi bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasinda esitlik saglandigi Avrupa'ya garanti edilmis oluyordu. Ayrica iç hukuk alaninda ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arindiriliyordu. Aslinda Tanzimat süreciyle baslayan bu degisiklikler, idari yapilanmada da kendisini hissettirmistir. 1868'de Sura-yi Devlet ve Divan-i Ahkam-i Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmistir. Islahat Fermani ile getirilen düzenlemelerin uygulanmasi daha çok I.Abdülaziz'in tahta çikmasi (1861-1876) ile gerçeklesebilmistir. Paris Antlasmasina imza koyan devletler, anlasma maddesinde de yer aldigi için Islahat Fermani'ni, Osmanli Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmislardir. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldirmasini bahane ederek Lübnan'a asker çikarmis ve 1871'e kadar orada kalmistir. Karadag'da çikan bir anlasmazlik yine büyük devletlerin araciligi ile halledilmistir (1862). Güçlü devletler tarafindan tesvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan topluluklari, çikardiklari isyanlar bastirilsa dahi, Osmanli Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi basaracaklardir. Örnegin Sirplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmis, Eflâk ve Bogdan'in Romanya adi altinda birlesmeleri kabul edilmistir. Muhtariyet haklari genisletilen Misir'da, Ingiliz-Fransiz nüfuz mücadelesi kizismis, III. Napolyon'un tesebbüsü üzerine, Abdülaziz istemedigi hâlde Süveys Kanali projesini kabul etmek zorunda kalmis ve kanal 1869'da büyük bir törenle açilmistir.
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:12 | Mesaj No:4 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
1.MESRUTIYET DÖNEMI
Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nin kiskirttigi topluluklar, bagimsizliklarini ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit Isyani çikti. Yunanistan'a baglanmak amaciyla baslayan isyan bastirilmasina ragmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanin Girit'e yeni bir statü vermesini sagladilar (1868). Rusya tarafindan olusturulan komitalar vasitasiyla Bulgarlar ayaklandirildi. Onlara da genis haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karisikliklarin ardindan yeniden ayaklandilar (1875-76). Bulgar isyani sert biçimde bastirildi. Fakat bu sirada Genç Osmanlilar, Abdülaziz'e baslattiklari muhalefeti, mücadeleye dönüstürdüler. Nihayet Mithat Pasa'nin öncülügündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yegeni V.Murat'i basa geçirdiler(30 Mayis 1876). Ancak hastaligi sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-i Esasi'yi ilân edecegini beyan eden kardesi II.Abdülhamit Osmanli tahtina çikarildi. Bu arada Rusya'nin Osmanli Devleti'ne baski kurmasini kendi menfaatine aykiri gören Ingiltere, Balkanlardaki bunalimi görüsmesi için Istanbul'da uluslar arasi bir konferans toplanmasini saglamisti. Istanbul Konferans çalismalarini sürdürürken II.Abdülhamit Mesrutiyet'i ilân etti (23 Aralik 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarsi, Istanbul Konferansi'nin toplanis sebebini tamamen ortadan kaldirmasina ragmen, konferansa katilan devletler, Balkan topluluklarinin bagimsizliklarini istediklerinden bir sonuca varilamadi. Osmanli Devleti'nin çagrilmadigi Londra'da toplanan bir baska konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladilar. Rusya, Osmanli Devleti'ne alinan kararlari kabul ettirmek için savas ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanli Rus Harbi, askerî ve siyasî bakimdan önemli sonuçlar dogurmustur. Kanun-i Esasi'nin kabulü ile açilan Genel Meclis, padisah tarafindan seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafindan seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansi'ndan önce çalismaya baslayan bu meclis, hükûmet tarafindan sunulan teklif ve kanun tasarilarin karara baglayarak ilk dönem çalismalarini tamamlamisti. Ancak 93 Harbi'nin sürdügü sikintili zamanlarda meclisteki azinlik mebuslari çalismalari sekteye ugrattigi gibi, bunalimin artmasini da sagliyorlardi. Nitekim Gazi Osman Pasa'nin büyük bir kahramanlik göstererek 5 ay savundugu Plevne'yi asan Ruslar, Yesilköy'e kadar ilerlemislerdi. Dogu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuslardi. Meclis savasin gidisatindan hükûmeti ve padisahi sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazi mebuslarla yaptigi toplantidan bir sonuç alamayinca, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdigi yetkiyi kullanarak, etnik yapisinin karisikligi sebebiyle çalismalari aksayan meclisi kapatti (14 Subat 1878). Bu I.Mesrutiyet'in sonu demekti. BERLIN KONGRESI VE BALKANLARDAKI GELISMELER Istanbul önlerine kadar gelmis olan Rusya ile Yesilköy (Ayastefanos) Antlasmasi imzalandi (3 Mart 1878). Bu anlasmayla, sözde Osmanli'ya bagli Dobruca, Dogu Makedonya ve Trakya'yi içine alan Büyük Bulgaristan Prensligi kuruluyor; Romanya, Sirbistan ve Karadag bagimsizliklarina kavusuyordu. Ancak, 2.Abdülhamid hanin büyük siyasi dehasiyla Avrupayi ayaklandirmis, Rusya'nin genislemesinden rahatsizlik duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlasma hükümleri yürürlüge giremedi. Ingiltere donanmasini harekete geçirdi. Osmanli Devleti ile yaptigi bir anlasmayla Kibris'a yerlesti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipligi yaparak hem muhtemel bir savasi önlemek hem de Almanya'nin menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanli Devleti, Ingiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Italya ve Rusya'nin da katildigi Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlasmayla son buldu. Bu anlasma, artik Rusya'nin yani sira, diger devletlerin de parçalamaya çalistiklari Osmanli'dan, kendi paylarini alma anlasmasiydi. Berlin ve Ayestafanos antlasmalarinda öngörüldügü gibi, Sirbistan, Karadag ve Romanya'nin bagimsizligi onaylandi. Bulgaristan üç bölüme ayrildi. Bulgaristan Prensligi haricinde müstakil bir Dogu Rumeli eyaleti olusturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanli Devleti'nin elinde kaldi. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldi. Bosna-Hersek, Avusturya tarafindan isgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanli Devleti'ni paylasma ve ortadan kaldirma arzularinin bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çikan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulasan siyasî ve etnik çatismalarin piyonlari olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nin ve Rusya'nin Balkanlarda nüfuzlarini artirmalari, Balkan Savaslari ve I.Dünya Savasi'nin çikmasina yol açacaktir. Berlin Kongresi'nin sonuçlari kisa zamanda ortaya çikmaya baslamisti. Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasina dahil ettigi Cezayir ile Tunus arasindaki sinir problemini bahane ederek, Tunus'u isgal etti (1881). Fransa ile Ingiltere arasinda çekismeye sahne olan Misir'da, Hidiv Ismail Pasa'ya karsi baslatilan bir askerî ayaklanma ile ortaya çikan durum Istanbul'da görüsülürken, Ingilizler Iskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlilarin karsi çikmalarina ragmen Ingilizler Misir'i ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensligi, Dogu Rumeli'de çikan isyani degerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altina aldi. Osmanli Devleti Rusya'nin baskisi sonunda, Kircaali ve Rodop disindaki Dogu Rumeli Valiligi'nin Bulgar Prensligi'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldi (1886). Ikinci Mesrutiyet'in ilâni sirasinda ise Bulgarlar bagimsizliklarini ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutlarin hak iddia ettigi Makedonya'da çikan olaylar Osmanli kuvvetleri tarafindan bastirildi. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanli hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasini sagladilar (1893). Megalo Idea adini verdigi Bizans'i diriltme çabasindaki küçük Yunanistan, 1896'da çikan isyani bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlilar Dömeke Meydan Savasi ile Yunanlilari büyük bir bozguna ugrattilar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile Istanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiligine Yunan kralinin oglunun getirildigi özerk bir yönetim kurulmasi, adanin fiilen Yunanistan'a birakilmasi anlamina geliyordu. 93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çikarilmisti. Osmanli Devleti'ne bagliliklari sebebiyle "millet-i sadika" olarak adlandirilan Ermeniler, önceleri Dogu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardindan Ingiltere tarafindan kullanilmaya basladilar. Hinçak ve Tasnak tedhis örgütlerini kurarak, Istanbul ve tasrada terör yaratan bazi Ermeniler özellikle Ingilizler tarafindan destekleniyorlardi. Dogu'da hiçbir zaman çogunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Dogu'ya sizabilecekti. Ingiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafinda kullandigi Ermeniler 1889'dan itibaren tedhise basladilar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çikan olaylar bastirildi. Ardindan baskentte Osmanli Bankasi'na kanli bir baskin yaparak bankayi isgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast tesebbüsünde bulundular. I.Dünya Savasi ve Istiklal Harbi yillarinda da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmislerdir.
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:13 | Mesaj No:5 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
II. MESRUTIYET DÖNEMI
I.Mesrutiyet'in kaldirilmasindan sonra II.Abdülhamit içte ve dista meydana gelen olumsuz gelismelerin de etkisiyle, hassas ve planli bir yönetim sergilemeye baslamisti. Mesrutiyet taraftarlari da buna karsilik muhalefetlerinin dozunu artirmislardi. Osmanlilik fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Pasa 1881'de ölüm cezasina çarptirilmis, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmis ve 1883'te öldürülmüstü. Ali Suavi, Ziya Pasa ve Namik Kemal gibi kisiler de sultan aleyhine faaliyetlerini sürdürüyorlardi.Balkanlardaki çalkantilarin yani sira Osmanli Devleti iktisadî açidan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dis borçlarini kapatabilmek için batililarin elindeki Osmanli Bankasi ile malî bir anlasma imzalamak zorunda kalmisti (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardimlari karsiliginda, devletin bazi gelirlerini devraliyordu. Ingiliz ve Fransizlarin kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-i Umumîye Idaresi Osmanli ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir. Genç Türkler veya Jön Türkler adi verilen ve yurt disinda ve içinde faaliyet gösteren vatan hainleri ve koyu bir Mesrutiyet taraftarlari, Istanbul'da Ittihad-i Osmani dernegini kurmuslar ve bu dernek 1894/95'te Ittihat ve Terakki Cemiyeti adini almisti. Selanik'te Enver ve Niyazi Pasalar gibi subaylarin da katilmasiyla güçlenen Ittihatçilar, Osmanli devletini ancak Kanun-i Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabilecegini düsünüyorlardi. Kolagasi Niyazi Bey ve ona katilan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek daga çikmalari üzerine II.Abdülhamit anayasayi yürürlüge koyarak II.Mesrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908). 17 Aralik 1908'de meclis yeniden açildi. Yapilan seçimlerde Ittihat ve Terakki Firkasi basari saglamisti. Ancak bu gelismeler esnasinda Bulgaristan bagimsizligini elde etmis ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak karari almisti. Isgal altindaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafindan fiilen ilhak edilmisti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan Ittihatçilar, olumsuz gelismelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare olusturmaya baslamislardi. Bazi Avrupa devletlerinin de kiskirtmasiyla isyan ettiler. II.Abdülhamit olaylari önleme imkani oldugu halde kardes kaninin dökülmesini arzu etmediginden isyancilara karsi çikmadi. Bunun üzerine Mahmut Sevket Pasa komutasindaki ordu Selanik'ten yola çikti. Ve büyük bir isyan baslatti.Isyani çok kolay bastirabilecek olan II.Abdülhamit,kardes kaninin dökülmesini istemediginden isyancilara karsi çikmadi ve isyancilar tarafindan tahttan indirildi. (27 Nisan 1909) ve kardesi V. Mehmet Resat yerine getirildi.Burada büyük sahsiyet ve büyük devlet adami 2.Abdülhamidi Rahmetle aniyoruz.Ülkeyi çok kötü sartlarda büyük basariyla idare eden büyük devlet adami 2.Abdülhamid bir gün mutlaka Dünya savasinin çikip Avrupa ülkelerinin birbirlerine girecegini biliyordu ve bütün siyasetlerini buna göre planlamisti.Ama kendini bilmez bazi Ittihatciler koskoca Osmanli devletini birkaç hayalleri ugruna Dünya savasina katarak Osmanli Imparatorlugunun yokolmasina vesile oldular. V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi Ittihatçi hükûmete birakmisti. Yeni iktidar zamaninda da felâketler birbirini takip etti. Osmanli Devleti hizla dagilma devrine girmekteydi. TRABLUSGARP SAVASLARI Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat bilen Italyanlar, Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çikardi. (Eylül 1911). Italyan donanmasi denizden, Ingilizler ise Misir'i ellerinde bulundurdugundan karadan, Osmanlilarin bölgeye asker göndermesini imkânsiz hâle getirmisti. Bu sebeple Osmanli hükûmeti gizlice Türk subaylarini bölgeye göndererek mahallî bir direnisi örgütleme yolunu seçmisti. Osmanli ordusu Italyanlara karsi büyük basarilar kazandi. Savasi kazanamayacagini anlayan Italya, Osmanlilari barisa zorlamak için Oniki Ada'yi isgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda baslayan savas Osmanlilarin barisi imzalamaya zorladi. Usi Antlasmasi ile Italyanlar isgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:13 | Mesaj No:6 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
BALKAN SAVASLARI
Türk-Italyan Savasi'nin basladigi sirada Balkan devletleri aralarindaki anlasmazliklari bir tarafa birakarak, Osmanli Devleti'ne karsi bir ittifak olusturdular. Rusya'nin mimarliginda gerçeklesen Bulgar-Sirp ittifakina daha sonra Yunanistan ve Karadag da katildi (1912). Karadag ile baslayan savasa 18 Ekimde diger Balkan devletleri de istirak etti. Bu sirada Osmanli askerleri, subaylarin bir kisminin politik çekismelerle mesgul olmasindan dolayi daginik bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlilar karsisinda kendilerinin de beklemedigi bir zafer kazandilar. Yunanlilar Ege adalarini ele geçirdiler. Sirplar Kumanova'da üstünlük sagladilar. Sirplarin denize çikmalarini önlemek için Avusturya'nin destegi ile Arnavutluk bagimsizligini ilan etti (28 Kasim 1912). Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasim 1912). 16 Aralikta Londra'da baslayan görüsmeler bir ara iktidardan düsen Ittihatçilarin yeniden is basina gelmesi üzerine kesilmisti. Nihayet Mayis ayinda Londra Antlasmasi imzalanarak I.Balkan Savasi sona erdi. Gelibolu Yarimadasi hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nin büyük bir kismi Yunanistan ve Sirbistan arasinda paylasildi. Özellikle Makedonya'nin paylasimi Bulgarlari rahatsiz etmekteydi. Sirbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karsi ittifak olusturdu. Bu ittifaka Romanya da katildi. Bulgaristan ile bu ittifak savasa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanli Devleti de Bulgar isgalindeki topraklari geri almak için harekete geçti. Kirklareli ve Edirne kurtarildi. II.Balkan Savasi, taraflarin imzaladigi Bükres Antlasmasi ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan Istanbul Antlasmasi ile, Meriç nehri iki ülke arasinda sinir oldu. Bulgaristan'daki Türklerin haklari belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlasmasi ile ise Girit'in Yunanistan'a birakilmasi kabul edildi (14 Kasim 1913). Büyük devletler bu anlasmalardan sonra Çanakkale Bogazi yakinlarindaki Bozcaada ve Imroz'u Osmanlilara geri verdiler. Balkan Savaslari, Balkanlardaki Türk varliginin büyük bir kiyima ugramasina sebep olmustur. Yüz binlerce Türk savaslar sirasinda ve sonrasinda aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmistir. I.DÜNYA SAVASI VE OSMANLI DEVLETi'NIN YIKILISI Sadrazam Mahmut Sevket Pasa'nin öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), Ittihat ve Terakki Firkasi, hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmisti. Enver, Talat ve Cemal Pasalar, Osmanli Devleti'nin iç ve dis politikasini belirlemede en etkili nazirlardi. Balkan savaslarindan sonra, ordu ve donanmayi güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi. Osmanli Devleti, dis siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacini hissetmekteydi. Emperyalist devletler, nüfuz alanlarini korumak veya genisletmek maksadiyla siyasî, askeriî ve iktisadî açidan ittifaklar olusturmaktaydi. Ingiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgecilige geç baslayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Dogu'da nüfuz sahasini genisletmek istiyor ve Osmanli Devleti'ne bu maksatla yakin durmayi yegliyordu . Avusturya-Macaristan Imparatorlugu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçeklestirmeye çalisan Rusya'ya karsi Almanlarla is birligi içindeydi. Ingiltere ve Fransa tarafindan pay edilmis Kuzey Afrika'da gözü olan Italya da bu ittifaka yakindi. Dolayisiyla Almanya önderligindeki Üçlü Ittifak'in (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Italya) dogal rakibi, Ingiltere'nin öncülügündeki Fransa ve Rusya'dan olusan Üçlü Itilâf (Anlasma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahti Ferdinand'in, Sirbistan ziyareti esnasinda bir Sirp tarafindan öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sicak savasa sokmaya yetti. Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD Itilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanli Devleti ise Ittifak devletleri safinda bu savasa girdiler. Osmanli Devleti savastan önce Ingiltere ve Fransa'ya yakin bir politika izlemek istedi. Ancak Enver pasa ve sözde Osmanli idaresini ellerinde bulunduran Ittihad ve Terakki cemiyeti yapmis oldugu büyük hatalarla Osmanli devletini Birinci Dünya Savasina sokmuslardir. Özellikle Enver ve Talat Pasalar, Osmanli Devleti'nin yeniden silkinmesi ve kaybettikleri topraklari kazanabilmesi için Almanya'nin yaninda yer almayi uygun buluyorlardi. Hükûmet baslangiçta tarafsiz kalmayi tercih etmisti. Almanlarin II.Abdülhamit devrinden itibaren Osmanli Devleti'nin yenilesme çabalarina katkida bulunmasi ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanlarin varligi, Itilaf Devletleri'nin, Osmanli Devleti'nin tarafsiz kalamayacagi süphesini artiriyordu. Bu tutum, dolayisiyla Almanya yanlilarinin tezini kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Pasa'nin öncülük ettigi bu grup, Almanlarin yaninda savasa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen topraklarin geri alinabilecegi ve Osmanli Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-i umumîden kurtulunabilecegini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zirhlilarinin Türk bayragi çekilerek, Rus limanlarini bombalamasi, Osmanli Devleti'nin Almanya safinda savasa girmesine vesile olacaktir (1 Kasim 1914). Osmanli Devleti I.Dünya Savasi'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale. Bütün cephelerde Osmanli askerleri büyük bir kahramanlik örnegi gösterdiler. Ancak, yedi cephede birden savasi sürdürmek, zor sartlar içerisinde bulunan Osmanli Devleti için çok güçtü. Enver Pasa'nin kumanda ettigi Kafkas Cephesi'nde Osmanlilar büyük zayiat verdiler. Dogu Anadolu ve Trabzon düstü. Kanal (Süveys) cephesinde ise Cemal Pasa, Fransiz ve Ingilizlere basariyla direndi. Hicaz ve Yemen'deki Osmanli birlikleri, destek görmemelerine ragmen, kutsal yerleri korumak ugruna, harbin sonuna kadar Serif Hüseyin ve Ingilizlere karsi koydular. Basra'ya çikan Ingilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna ugradilar. Komutanlari General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni birliklerle saldiran Ingilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardimiyla Basra'da oldugu gibi, Suriye'de de saldirilarini artirdilar.Osmanlilar, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. Itilaf Devletleri 19 Subat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldiriya geçtiler. 18 Mart'ta Itilaf donanmasina ait pek çok gemi batirildi. Ardindan Gelibolu Yarimadasi'ndaki Settü'l-Bahir ve Ariburnu'na asker çikararak, karadan da saldiriya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katildigi kara savaslari, tam bir ölüm kalim savasi oldu. Itilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldi. Bütün dünyaya ögretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdinin sehit kaniyla yazilan bir büyük destan oldu. Itilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nin yardim alma ümitlerini suya düsürmüs ve bunun neticesinde gerçeklesen Bolsevik Ihtilâli, Çarlik Rusyasi'nin sonu olmustur. Rusya'nin savastan çekilmesi üzerine 7 Aralik 1917'de imzalanan anlasmayla Dogu cephesinde Türk-Rus Savasi sona ermistir. Osmanli Devleti, I.Dünya Savasi'nda yedi düvele karsi muhtesem bir mücadele sergilemistir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'in teslim olmasi Osmanlilar ile Almanya arasindaki irtibatin kesilmesine yol açmistir. Müttefiklerinin savastan yenik ayrilmasiyla birlikte Osmanlilar da ateskes anlasmasini imzalamak durumunda kalmislardir. Ittihat ve Terakki Firkasi'nin hükûmetten çekilmesinin ardindan kurulan Ahmet Izzet Pasa baskanligindaki hükûmet, Bahriye Naziri Rauf Bey baskanligindaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanina göndermis ve Mondros Ateskes Anlasmasi'nin imzalanmasiyla (30 Ekim 1918), Osmanlilar resmen savastan çekilmislerdir. Ateskes anlasmasiyla Itilaf Devletleri, Osmanli ülkesini isgal etme hakkini elde etmislerdir. Bu durum, Osmanli Devleti'nin fiilen paylasilmasi demekti. Nitekim, Ingiliz, Fransiz, Italyan birlikleri bu anlasmaya dayanarak Anadolu'da isgallere baslamislar, Asirlarca Osmanlinin hâkimiyetinde yasayan Yunanlilar da, agabeylerinin müsaadesiyle Izmir'e asker çikarmislardir (15 Mayis 1919). Isgallere karsi Anadolu halkinda büyük bir infial yaratmis ve, düsmana karsi "Milli Mücadele" baslamistir. Itilaf Devletlerinin Sevr Anlasmasi'ni Istanbul hükûmetinin imzalamak (10 Agustos 1920), zorunda kalmasi Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endise eden düsmanlarin bir an önce Osmanli varligini ortadan kaldirmayi amaçlamalarindan baska bir sey degildi. Fakat bu anlasma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadi. Halkin açtigi Milli mücadele iradesi,ve savasi bu oyunlari bozdu. Istiklâl Harbi'nin kazanilmasiyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmus oldu. Yeni Türk devleti 1 Kasim 1922'de saltanati kaldirdi. Dolayisiyla bu tarih 622 yil devam eden Osmanli Devleti'nin de resmen sonu oluyordu. Kaynak: Osmanli tarihi
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:14 | Mesaj No:7 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
III. SELİM ve dönemi
Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslâm halifelerinin doksan üçüncüsü. Sultan Üçüncü Mustafa Hanın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır. İstanbul’da 24 Aralık 1761 târihinde, Topkapı Sarayında doğdu. Şehzâde Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece "Şehrâyîn", üç gece de Deniz Donanmasında tertiplenen merâsimlerle büyük şenlikler yapıldı. Şehzâdeliğinde sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi. Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi. Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde cephelerden gelen acı haberlere dayanamayan amcası, Birinci Abdülhamid Hanın vefâtıyla 7 Nisan 1789 târihinde Osmanlı Sultanı oldu. İçte ve dışdaki meseleleri hâl etmek için yüksek devlet memurlarının katıldığı, 16 Mayıs 1789 târihinde büyük bir dîvân toplantısı yaptı. Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi. Dîvândan sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi. Avusturya ve Rusya ile harplerin devâmına karar verildi. Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın ve gümüş eşyânın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi. Merkez ve eyâletlerdeki halk da Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim etti. Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi. Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise Rusya’ya karşı yardım talebiyle harp teklif ettiler. Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmını istedi. İsveç ile Rusya’ya karşı 11 Temmuz 1789 târihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzâlandı. 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun âni taarruzuna uğradı. Arnavutların ihânetiyle Osmanlıordusu, 1 Ağustos 1789 târihinde Foksan’da bozuldu. Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü. 31 Ocak 1790’da Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak anlaşması imzâlandı. Prusya’nın arabuluculuğuyla Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı. Fransız İhtilâlinin Avrupa’da sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdâhalesiyle Rusya da antlaşmaya taraftar hâle getirildi. Avusturya ile 4 Ağustos 1791 târihinde Ziştovi Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi. Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur. Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu. Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslâhatların icraatına geçti. Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ıslâhatları Nizâm-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu. Son sefer ve harplerdeki mağlûbiyet ve kesin netîce alınamaması, askeriyenin ıslâhını daha fazla gerektiriyordu. Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla 24 Şubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu. Nizâm-ı Cedid ordusunun masraflarının karşılanabilmesi içinİrâd-ı Cedîd Defterdarlığı kurulup, eski sadâret kethüdâlarından Mustafa Reşîd Efendi de bu işle vazifelendirildi. Levend çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen tâlime başlatıldı. Nizam-ı Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler. Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı. 1794’te Teknik Üniversite mâhiyetinde Sütlüce’de Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Okulun öğretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatları yurtiçi ve dışından bütünüyle karşılandı. Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilât kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı.Mülkî ıslâhat da yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları, yirmi sekiz eyâlete ayrıldı. Âyanların eskiden olduğu gibi halk tarafından seçilmesi kânun hâline getirildi. Resmî dâirelere tâlimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve halkın işlerinin sür’atle tâkip ve yerine getirilmesi istendi. İlmiye ricâli(ileri gelen devlet adamları) için yeni nizâmnâme yayınlandı. İlmî eserler yazılıp, pekçok kitap tercüme edilerek, yayınlandı. Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu. Tecdid-i Kânun-i Tımar ve Zeamet kânunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeâmet sâhiplerinden topraklarının geri alınması esâsı getirildi. Gayri müslim esnaf ve tüccardan bâzıları vergi ve yurt dışına para kaçırmak ve Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet tebaasına giriyorlardı. Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı. Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tâyinler yapıldı. Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyâseti ve diğer devletlerle olan münâsebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar. Aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor hâlinde İstanbul’a gönderdiler. Avrupalılar ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoğu’da Dürzî veMarunîler, Kölemen Beğleri,Rumeli’de kânun kaçaklarından meydana gelen eşkiyânın koruyucusu Kırcalılar da denilen Dağlı Eşkiyası, devlete âsi olup, isyan çıkardılar. Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse de, Fransa’nın Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın 1798’de âni harekâtla Mısır’a asker çıkarması sebebiyle bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadı. Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali’yle, Avrupa devletleri Fransa’ya cephe olmasına rağmen, Osmanlı Devleti meseleye karışmadığı gibi münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi. Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi. Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alınınca, sultan SelimHanın dâveti üzerine, Nizâm-ıCedid Ordusunda vazife kabul etmişti. Osmanlı Devleti; ihtilâlle değişen yeni Fransız idâresini tanıyan ilk devletlerdendi. Fakat, Fransa’nın 1795 Basel Antlaşmasıyla Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla Balkanlarda başlattığı istiklâl (bağımsızlık) fikri propagandası, tâkip edilen siyâsetin değişmesine sebep oldu. Adâlet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilâli, çıkış gâyesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyâsetine döndü. Hırvat, Rum veSırplar arasında ihtilâl fikirlerini yaydılar; Yahûdîleri Filistin’de istiklale dâvet ettiler. Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı. Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız ordusuyla Akdeniz’e açılıp, Malta’yı işgâl ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 târihinde İskenderiye’den Mısır’a çıkarma yaptı. Fransa’nın beklenmedik harp îlânı ve Mısır’a çıkarma yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngilizAmirali Nelson harekete geçti. Amiral Nelson, 1 Ağustos 1798 târihinde Fransız Donanmasını Ebûkîr’de mağlup etti. Fransız donanmasının Ebûkîr’de imhâsıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız ordusunun anavatanla irtibatı kesildi. Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlığı korumak için Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu. Karadeniz’den kdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti. Arnavut sâhillerinin muhâfazası ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Preveze’de Fransızları mağlup etti. Osmanlı-Rus donanması Zenta ve Kefalonya adaları sâhilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti. Bu muvaffakiyetler üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandı. Fransız donanması imhâ edildiğinden Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı. Sultan Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu. Sayda Vâlisi Cezzâr Ahmed Paşa, Mısır Seraskerliğine tâyin edildi. Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da deniz yoluyla Mısır’a gönderildi. Napolyon Bonapart, Mısır’dan çıkış yolu bulmak ve Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yı kuşattı. Akka Kalesi,Mısır Seraskeri Cezzar Ahmed Paşa kumandasındaki Nizâm-ı Cedid askerince, Fransızlara karşı kahramanca müdâfaa edildi. Napolyon Bonapart’ın inatla taarruzu, Fransızların çeşitli hîle ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldı. Cezzar Ahmed Paşa ve Nizam-ı Cedid askerlerinin destânî müdâfaası karşısında kuşatmanın altmış dördüncü günü, Napolyon Bonapart; "Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum." diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu vebâ salgını, sefâlet ve mağlubiyetle önce Kahireye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799 yazında gizlice Fransa’ya kaçtı. Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukâvemet ettilerse de, üst üste mağlubiyete uğradılar. 27 Haziran 1801 târihinde imzâlanan tahliye mukâvelesiyle Fransızlar Mısır’ı boşalttı. 25 Haziran 1802 târihli Osmanlı-Fransız anlaşması, Fransa ile harp hâline son verdi. Mısır Vâliliğine, 1805’te Kavalalı MehmedAli Paşa tâyin edildi. Napolyon Bonapart’ın İstanbul şehri ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifâkı yenilendi.Napolyon Bonapart tehlikesine karşı İngiltere ve diğer Avrupa devletleri Osmanlılara yardım talebinde bulundular. Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi. Arabistan Yarımadasındaki Vehhâbiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler. Sultan Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslı tedbirler almayı plânladıysa da; İngiltere ve Rusya Balkanlar meselesinden Bâbıâli’ye baskı yapmak istemeleri, muvaffak olamayınca, Rusya’nın harp îlân dahi etmeden Osmanlı hududunu ihlâli sebebiyle gerçekleştiremedi. Sâdece, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhâbi isyanını bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti. Sultan Üçüncü Selim Han zamânında İngiltere’nin Ortadoğu’da; Rusya veAvusturya’nın Balkanlarda Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri, bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu. Osmanlı Devletine tâbi Eflâk Beyi Konstantin İpsilanti ile Boğdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlısı olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdâhalesiyle karşılaşıldı. Rusya, harp îlân etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk veBoğdan’ı işgâle başladı. Vezir-i âzam İbrâhim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tâyin edildi. Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz filosunuİstanbul önlerine gönderdi. İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler. Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar. Eflâk veBoğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler. İngiltere’nin teklifleri kabullenmenin ötesinde akıl ve hayâle sığmayacak derecede olduğundan, İngilizler müzâkerelerle oyalanılarak, boğaz sâhillerinin iki yakası askerlerin ve ahâlinin gayretleriyle kısa zamanda tahkim edildi. Boğaz sâhillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleştirildi. İngiliz donanması, Osmanlı Devletinin ve ahâlinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi. Bunun üzerine İngiltere hükümeti, Akdeniz’deki İngiliz donanmasını Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi. İngilizler, Osmanlıya âsi Kölemenlerle anlaşıp, 20 Mart 1807 târihinde İskenderiye’ye çıkarma yaparak teslim aldılar. Balkanlarda; İbrâhim Hilmi Paşa, RusCephesine sefere çıkınca, İstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti. Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti lehine icraatlarına karşı, iç ve dış düşmanların aleyhine propagandasıyla muhâlefet başladı. 1806 Edirne Vak’asına sebep olan Nizâm-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hâdiselere sebep oldu. Yeniçeri zorbaları, 25 Mayıs 1807 Kabakçı Vak’asından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan Üçüncü SelimHanı hâl edip, tahttan indirdiler. Âsiler, Sultan SelimHanın amcasının oğlu Veliaht Mustafa’yı Osmanlı tahtına geçirdiler. Sultan Selim Han, on dört ay Topkapı Sarayında nezâret altında yaşadı. Kendisine sâdık devlet adamları ve âsilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarları, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler. Sultan SelimHan taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete geçtiler. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan SelimHanı tekrar tahta geçirmek için Rumeli’deki maiyetiyle İstanbul’a geldi. 28 temmuz 1807’de Bâbıâli ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı. Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 târihinde Harem Dairesinde şehit edildi. 29 Temmuzda kalabalık bir cenâze merâsimiyle, Lâleli Câmii yanında babası Üçüncü Mustafa Hanın türbesine defnedildi. Sultan Selim Han, yaratılışında halim, selîm ve çok zekîydi. Hayırsever olup, pekçok hayır müessesesi ve eserler yaptırdı. Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve ÇiçekçiCâmiini yaptı. Eyüp Câmiini büyüterek yeniden yaptırdı. Karaca Ahmed’de Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptırıp, Küçükmustafapaşa’da Gül Câmiini kiliseden çevirdi. Üsküdar’da hâlâ kullanılan meşhur Selimiye Kışlasını, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halıcıoğlu’ndaTeknik Üniversite mâhiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptırıp yeni bölükler kurdu. Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücâdele etmesine rağmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybı olmadı. Tam ıslâhata başlayacağı zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine mâni oldu. Kaynak: http://membres.lycos.fr/ecdad/osmanli/padi$ahlar/
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:14 | Mesaj No:8 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
II. MAHMÛD ve dönemi
Otuzuncu Osmanlı sultanı. İslâm halîfelerinin doksan beşincisidir. Osmanlı sultanlarından Birinci Abdülhamîd Hanın Nakş-i Dil Sultandan olan oğlu olup, İstanbul’da 20 temmuz 1786 târihinde doğdu. Şehzâdeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli âlimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim Han onun yetişmesine çok îtinâ göstererek, modern askerî ve teknik bilgileri ve devlet idâresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Selim Han tahttan indirildikten sonra da yeğeni Mahmûd’la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi. 28 Temmuz 1808’de Alemdâr Mustafa Paşanın Selim Hanı tekrar başa geçirmek üzere saraya girdiği sırada sâbık hâkânın âsîler tarafından şehit edilmesi üzerine Sultan Mahmûd, Osmanlı tahtına çıktı. İkinci Mahmûd Han, Alemdâr Mustafa Paşayı, vezîriâzam tâyin edip, Kabakçı isyânından sonra ülkede pekçok hâdise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirdi. Kabakçı Mustafa isyânında rol oynamış bulunan âsîler cezâlandırıldı. Fesat çıkaranlar İstanbul dışında ikâmete mecbur tutuldu. İstanbul’da otorite sağlamaya çalışılırken, Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Bağdât’ta vâlilerin çıkardığı karışıklıklar devâm ediyordu. Cezâyir’in idâresini dayılar ele geçirmişti. Vehhâbîler Haremeyn’i zaptederek, hutbelerden pâdişâhın adını kaldırmışlardı. Bu kötü gidişe, dur demek isteyen Sultan Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini İstanbul’a dâvet etti. Bu vâlilerin yeni Sultan’a bağlılıklarını bildirmeleri istendi. Vâliler İstanbul’a gelip, Sultan Mahmûd Hana bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel âsîlere karşı ittifak senedi imzâladılar. Diğer taraftan isyânlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için tâlim ve terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icrââttan memnun olmadılar. 14 Ekim 1808’de Sekbân-ı Cedîd adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı. Sekbân-ı Cedîd askeri, yeniçeriler ve taraftarları tarafından Nizâm-ı Cedîd’in ihyâsı olarak kabûl edildi. Vezîriâzam Alemdâr Mustafa Paşanın devlet adamlarına ve askerlere karşı tâvizsiz icrââtları, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasım gecesi meydana gelen büyük isyan sırasında Alemdâr Mustafa Paşa öldürüldü. Mahmûd Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı. İstanbul’daki hâdiselerin yatıştırılmasından sonra diğer iç ve dış meselelerin halline bakıldı. Arabistan’daki Vehhâbîler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karşı siyâsî faâliyetlerden katliamlara varan tecâvüzlerde bulunuyorlardı. Bu arada Vehhabîlerin reisi Sü’ûd bin Abdülazîz, Hicaz’ı istilâya teşebbüs etti. Hac mevsiminde hacıların yollarını kesip, Müslümanlara işkenceleri ve İslâm dînine olan hakâretleri, dayanılmaz bir hâl aldığından, Halîfe İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya ferman gönderip, Vehhâbîleri cezâlandırmasını emretti. Mehmed Ali Paşa bir dizi harpten sonra mübârek beldeleri Vehhâbîlerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya ihsanlarda bulundu. Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak gâyesiyle yaptırdıkları bölücü ve yıkıcı faaliyetler çok artmıştı. Sırplar Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtâriyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı. Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklal propagandaları ile kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar. 1813 yılında, Sırplıları yola getirmek için Hurşid Paşa seraskerliğinde sefer açıldı. Hurşid Paşa Belgrad’a gelip, âsîleri yola getirdi. Âsî Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmekten kurtulmak için, Avusturya’ya kaçtı. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tâbi oldu. Serasker Hurşid Paşanın umûmî af îlân etmesiyle, Sırplıların silahları toplatıldı. Kara Yorgi’den sonra Sırplıların başına Miloş Obrenoviç geçti. Osmanlı Devletine sadâkatle hizmete devâm eden Miloş Obrenoviç, 1818’de Avusturya’dan dönen rakibi Kara Yorgi’yi öldürdü. 1829 yılında Sırbistan’a muhtâriyet verilmesine rağmen, yıllık vergi vermeyi ve dış işlerinde Osmanlılara bağlılığını devâm ettirdi.Arnavutluk’ta ise Tepedelenli Ali Paşanın nüfuzu sebebiyle Rumlar, Rusya’nın bütün teşvik ve yardımlarına rağmen isyana cesâret edemiyorlardı. Ancak Fenerli Rumlarla eskiden beri sıkı münâsebetlerde ve İngilizlerle gizli muhâberelerde bulunan Hâlet Efendinin hâince faâliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali Paşayı bertaraf etmesi Yunanlılara ayaklanma fırsatı verdi. Etniki Eterya ve Fener’deki Rum Patrikhânesinin hedef tâyin ettiği isyan, 1820 yılında başlatıldı. 12 Şubat 1821’de Mora Yarımadasına yayıldı. Rum âsîler, yüzyıllardır hâkimiyeti altında yaşayıp, komşuluk hakkını dahi çiğneyerek, Müslüman ahâliye karşı katliamlara giriştiler. İsyan Atina, Tesalya ve Adalara da yayıldı. Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi. Rus Çarının yâveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra İpsilanti, 6 Mart 1821’de Eflak’ta isyan çıkardı. İsyan bastırıldı. İkinci Mahmûd Han, âsîlere karşı yerinde ve zamanında tedbir aldı. Bölge ahâlisine silâh dağıttırdı. Bölgede isyanlarla alâkası görülenler cezâlandırıldı. İstanbul’daki Rum Patriği ve birkaç metropolit, isyanla alâkası görülerek asıldılar. Osmanlı Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin âsîlere devamlı yardım ve müdâhaleleri, isyânın bütünüyle bastırılamamasına sebep oldu. Mora’daki isyan büyüyerek Adalara ve Selanik’e kadar yayıldı. Bu durum üzerine Sultan Mahmûd Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşayı isyanı bastırmaya memur etti. Nitekim Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa kumandasında gönderdiği küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyânı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu (1825). Yunan isyânı sırasında yeniçeri ve sipâhîlerin daha fazla bozulduğunu gören Sultan Mahmûd Han, bu fesât yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi. Yeniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalıkları kamuoyunu da aleyhlerine çevirmişti. Pâdişâh, Yunan isyânının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslâha girişti. Ancak askerî tâlim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyân mânâsında kazan kaldırdılar. Buna karşılık Sultan Mahmûd Han da sadrâzam, şeyhülislâm ve devlet erkânını toplayarak yeniçerilerin artık hıyânette bulunduklarını, bu sebeple tedbir alınmasını belirtti. Âlimler, din ve devletin bekâsı için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılması gerektiğini bildirdiler. Şeyhülislâmın fetvâsı ile sancak-ı şerîf çıkarılarak, dînine ve pâdişâhına bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücâdeleye girişmesi istendi. Böylece eşine ilk defâ rastlanan bir olayla pâdişâha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipâhî ocaklarını ortadan kaldırdılar. İstanbul’da âsî, ahlâksız, serseri temizliği yapılarak, yirmi binden ziyâdesi cezâlandırıldı. Yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir hâdise kabûl edilerek Vak’a-i Hayriyye denildi. Kendilerini Bektâşî kabûl eden yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, hurûfî olan sahte Bektâşî tekkeleri kapatılıp, babaları başka yerlere gönderildi. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı asker ocağı kurularak, devrin ihtiyâçlarına göre tâlim ve terbiye edilmesi, silâh verilmesi ve özel kıyâfet giydirilmesi kararlaştırıldı. Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslâh edildi. Mekteb-i Bahriye açıldı. Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar getirildi. Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi. İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamlarını yardım vâdiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşayı da devletine karşı kışkırttılar. Mısır’da Mehmed Ali Paşanın hâkim olacağı bir devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar. Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrâhim Paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyâleti üzerine asker sevk etti. 1831-1832 yılındaki muhârebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebi ile gâlip gelince, Osmanlılar Rusya’dan yardım istediler. Bu durum, İngiltere ve Fransa’yı telâşa düşürdü. Fransa’nın aracılığıyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşaya Mısır vâliliğine ilâveten Suriye, oğlu İbrâhim Paşaya da Adana eyâleti muhassıllık olarak verildi. 8 Temmuz 1833’te Rusya ile savunma ve yardım esâsına dayanan Hünkâr İskelesi Antlaşması imzâlandı. 1839’da Mısır üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinciMahmûd Han İstanbul’da vefât etti ve Çemberlitaş’daki türbesine defnedildi. Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik ve sanâyide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir pâdişâhtı. Devrindeki büyük hâdiseler karşısında aslâ ümidsizlik ve gevşeklik göstermedi. Gayreti sâyesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sâhip oldu. Avrupa’ya askerlik ve yeni silâhların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi. Askerî Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu. Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassıslar getirdi. Askerî Tıbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyâcını karşılamak için medrese ve mekteplere ilâveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maârif-i Adlî kuruldu. Ülkenin ihtiyâçlarını karşılamak, çeşitli sâhalarda mütehassıs eleman yetiştirmek içinAvrupa’ya çok sayıda öğrenci gönderildi. Eğitim ve öğretim parasız olup, ilk tahsil mecbûrî hâle getirildi. Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme bürosu kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı. 1 Ekim 1831 târihinde Takvim-i Vekâyi adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı. Fransızcası da dış ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandası yapılarak hâdiseler ve ıslâhâtlar dünyâ kamuoyunda değerlendirmeye tâbi tutuldu. Avrupa basınında, Türkiye ve Sultan Mahmûd Hakkında neşredilen yayınlar tâkib edildi. İkinci Mahmûd Han, hükûmet teşkilâtı usülleri, kıyâfet nizamında yenilikler yaptı. Osmanlı Devlet teşkilâtındaki önceki müesseselerin yerine, Sadrazama Baş Vekil (Başbakan); Defterdara Mâliye Nâzırı (Mâliye Bakanı); Reisü’l-küttâba Hâriciye Nâzırı (Dışişleri Bakanı); Sadrâzam Kethüdâsına Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) denilmeye başlanıldı. Osmanlı Devletinde büyük bir yekün tutan vakıflar için Evkaf Nezâreti kuruldu. Hükûmet ve ahâlinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye; askerî işlerin görülüp, kararlaştırıldığı Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre bağlanarak, verilmeye başlanıldı. 1827’de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu. 1838’de Karantina usûlünü vücûda getirdi. Posta müessesesini kurdu. Posta yollarının kurulmasına çalıştı. Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta yolu yaptırdı. 1831 yılında kısmî nüfus sayımı yapıldı. Arabistan’dan asker alınmadığı için sayımdan hâriç tutuldu. Nüfus sayımında insan ve servet durumu ölçülmüş oldu. Dört milyon Hıristiyana karşılık sekiz milyon Müslüman ahâlinin sayımı yapıldı. Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktârını da ortaya çıkarmış oldu. İkinci Mahmûd Hanın ilmi fazla olup, dînî, fennî, teknik, askerî, idârî ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindar, akıllı, zekî, çalışkan olup, gayret ve azim sâhibiydi. Şâirdi. Adlî mahlasıyla şiir yazardı. İlim, sanat adamlarına ve eserlerine çok alâka gösterirdi. Onlara kıymet verip, himâye ederdi. Ülkenin îmârına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müesseselerine önem veren İkinci Mahmûd Han, pekçok eser yaptırdı. Bâyezîd Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı Köprüsü denilen Mahmûdiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını; Tophâne’de Nusratiye, Bahçekapı’da Hidâyet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sâhilinde Tevfikiye câmilerini yaptırdı. Hazret-i Hâlid’in türbesini mükemmel tâmir ettirip, iyi bir hattat olduğundan sandukası pûşîdesi üzerindeki yazıyı kendi el yazıları ile yazdı. Yine güzel bir hüsnü hatla yazdığı Lefkoşe’de Selimiye Câmiinde asılıdır. Tophâne’de Kâdirî Câmii ve tekkesini tâmir ettirdi. İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i saâdete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı Sultanlarının Resûlullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır: Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah! Murâdım der-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah! Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim, Kabûlünle kıl ihsân u inâyet, yâ Resûlallah! Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lam, Cenâbındandır ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah! Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düşdüm, Terahhüm kıl, bana eyle şefâ’at yâ Resûlallah! Dü-âlemde kıl istishâb bu Han Mahmûd-i Adlîyi, Senindir evvel ü âhırda devlet yâ Resûlallah! Mısır, Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medîne’yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd Han, bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir. Kaynak: http://membres.lycos.fr/ecdad/osmanli/padi$ahlar/
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:15 | Mesaj No:9 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
ABDÜLMECîD HAN ve dönemi
Osmanlı sultanlarının otuz birincisi ve İslam halifelerinin doksan altıncısı. Sultan ikinci Mahmud Hanın oğlu olup, 25 Nisan 1823 tarihinde Bezm-i Alem Valide Sultandan doğdu. Şehzadeliğinde iyi bir tahsil gördü. Fransızca öğrendi. Avrupa’da yayınlanan neşriyatı yakından takib eden Abdülmecid Han yenilik tarafdarıydı. Babasının 1 Temmuz 1839’da vefatı üzerine on yedi yaşında tahta çıktı. Abdülmecid Hanın devlet idaresinde yeterli tecrübesi yoktu. Buna karşılık devlet erkanına güvendiğini, babasının başlattığı ıslahat hareketlerini devam ettireceğini ilan etti. Fakat bu sırada devlet ileri gelenleri arasındaki rekabet ve kıskançlık son safhada idi. Sultan ikinci Mahmud Hanın cenaze merasimi sırasında, Meclis-i vala-yı ahkam-ı adliyye reisi Koca Hüsrev Paşa, sadrazam Mehmed Emin Rauf Paşadan 2 Temmuz 1839’da mühr-i hümayunu zorla alıp, kendini sadrazam ilan ettirdi. Bu sırada Osmanlı Devleti, Mısır ile muharebe halindeydi. Bu sebeple genç padişah meseleyi kurcalamadı ve Hüsrev Paşanın sadrazamlığını kabul etti. Ayrıca Mısır meselesini halletmek istediğinden, Mısır valisi Mehmed Ali Paşaya Köse Akif Efendiyi göndererek affettiğini bildirdi; ordu ve donanmaya harekatı kesme emri verdi. Ancak bu sırada Nizib’te Osmanlı ordusunun Mısır ordusuna yenildiği haberi geldi. Kaptan-ı derya Ahmed Fevzi Paşa da, sadrazamın eski husumetinden korkarak, donanmayı Mısır’a götürüp teslim etti. Böylece ordusuz ve donanmasız kalan Osmanlı Devleti karşısında cesaret alan Mısır valisi, Sultan ile anlaşmaya yanaşmadı.Sultan Abdülmecid Han, devleti bu zor durumdan kurtarmak için çareler aradı. Bu sırada Avrupa’dan yeni dönen Mustafa Reşid Paşa, Sultan’a Avrupa’nın yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı ile meşhur olan Tanzimat Fermanı’nı yayınlatmaya muvaffak oldu. Tanzimat Fermanı’nın yayınlanmasından sonra Mısır’a karşı İngiltere’nin ön ayak olması ile, Mehmed Ali Paşayı tutan Fransa dışarıda bırakılarak Osmanlı, İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri Londra’da bir araya geldi ve 15 Temmuz 1840’da Londra anlaşması imzalandı. Buna göre, anlaşmaya imza koyan devletler, Mehmed Ali Paşaya onar günlük iki ültimatom verdiler. Mehmed Ali Paşa bu ültimatomları kabul etmediğini bildirdi. Bunun üzerine İngiltere ve Avusturya tarafından desteklenen Osmanlı kuvvetleri, Mısır ordusunu yendi. Osmanlı askeri 16 Ekim 1840 günü Trablusşam’a, 4 Kasım günü Akka’ya, 13 Kasım günü Haleb’e, 29 Aralık günü Şam’a girdi. Londra anlaşmasına göre artık Mehmed Ali Paşanın Mısır’dan çıkarılması gerekiyordu. 27 Kasım 1840 günü Mısır ile İngiltere arasında yapılan anlaşma ile, Mehmed Ali Paşa, ikinci ültimatomun şartlarına uyacağını bildirince, İngiltere, Osmanlı Devletine ihanet ederek; Babıali’den Mısır ile Sudan’ın ırsi olarak Mehmed Ali’ye bırakılmasını istedi. Bundan maksadları, Mısır’ı yalnız bırakıp, şartların müsaid olduğu bir zamanda işgal etmekti. Bunun üzerine Reşid Paşa, Sultan Abdülmecid’e 24 Mayıs 1841 günü Mısır fermanını yayınlattı. Bu ferman, 1914 senesine kadar Mısır’ın bir çeşit anayasası olarak kalmıştır. Fermana göre Mısır, Osmanlı padişahı tarafından tayin edilen Kavalalı mensuplarınca idare edilecekti. Mısır meselesi halledildikten sonra, 13 Temmuz 1841’de Osmanlı, İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Prusya devletleri Londra’da tekrar bir araya gelerek, Boğazlar andlaşmasını imzaladılar. Kendi menfaatlerine aykırı olmasına rağmen bu antlaşmayı imzalayan Rusya, İngiltere’nin dostluğunu kazanarak sulh yolu ile Osmanlı topraklarını bölüşmek gayesinde idi. Fakat İngiltere, Fransa’yı Ortadoğu’da etkisiz hale getirip, Mısır mes’elesi ile Osmanlı Devleti üzerinde bir çeşit ekonomik, siyasi ve kültürel vesayet kurarak; elde ettiği imtiyazlı durumu paylaşmak istemediğinden, Rusya ile beraber hareket etmek istemiyordu. Ayrıca Hindistan ve Hind yolu için tehlikeli gördüğü Osmanlı Devleti’ni Rusya ile meşgul ederek, Hindistan’da ve Ortadoğu’da istediğini yapıyordu. Mısır meselesinde yenilgiye uğrayan Fransa, Lübnan’daki Marunileri kışkırtarak, Dürzilerle çarpıştırdı. 1845 senesinde Osmanlı hükumeti bazı tedbirler alarak Fransız kışkırtmalarını önlemeye çalıştı. Lübnan dağlarında birisi Marunilere, diğeri de Dürzilere ait otonom iki kaza kuruldu ve bunlar Sayda valisine bağlandı. Tahta çıkışının ilk senelerini iç ve dış olaylar ile uğraşmakla geçiren Sultan Abdülmecid, böylece devleti kısmen huzura kavuşturdu. Islahat işleri ve iç meseleler ile uğraşmak imkanını buldu. 24 Haziran 1844 tarihinde halka yakın olmak, beldeleri bizzat görmek için seyahatlar yaptı. 1848’de Avusturya’da Macarlar, Rusya’da ise Lehler bağımsızlık için ayaklandılar. İsyanı Avusturya ve Rusya çok kanlı bir şekilde bastırdı. Bu durum, Fransız ve İngiliz kamuoyunda Rusya aleyhine büyük bir tepkinin çıkmasına sebep oldu. Macar ve Leh milliyetçilerinin liderleri Osmanlı topraklarına girerek hükumetten sığınma hakkı istediler. Sultan Abdülmecid Han, kendisine sığınan mültecileri, Rusya ve Avusturya’nın savaş tehditlerine rağmen geri vermedi. Sultan’ın bu hareketi Osmanlı Devletinin itibarını çok artırdı. Rusya ve Avusturya’ya karşı Fransız ve İngiliz ortak desteğini sağladı. Nitekim çok geçmeden kutsal yerler mes’elesi ve Romanya’nın işgali dolayısıyla Rusya’ya savaş açan Osmanlı Devleti, bu devletlerin yardımını te’min etti. Böylece Rusya ile vuku bulan 1853-55 Kırım Harbi görünüşte parlak bir zaferle neticelendi. Ancak cephedeki zafer, içeride Osmanlı Devletine pek pahalıya mal oldu. Batılı devletler yaptıkları yardımların karşılığı olarak Osmanlı ülkesinde Hıristiyanlara yeni haklar verilmesi için 1856 Islahat Fermanı’nı yayınlattılar. Ali Paşa hükumeti tarafından ilan edilen bu Ferman’ın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Görünürde Osmanlı toplumunu ırk, din ve dil ayırımı gözetmeden kaynaştırmayı hedef alan Islahat Fermanı azınlıkların bağımsızlık hareketlerini hızlandırıp, devleti yıkılmaya doğru götürmekten başka bir işe yaramamıştır. Nitekim Ferman’ın yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra Suriye’de ve Cidde’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çarpışmalar başladı. Eflak, Boğdan ve Karadağ’da bağımsızlık gayesiyle isyanlar çıktı. Böylece Osmanlı Devletinin yeniden bir iç ve dış gailelerin içine düştüğü esnada Sultan Abdülmecid Han vefat etti (25 Haziran 1861). Kabri, Sultan Selim Camii bahçesindedir. Abdülmecid Hanın genç yaşta tahta çıkışı ile saf ve temiz kalpli olması onun saltanatının hemen başında büyük bir hata yapmasına sebep oldu. Bu hata, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası olmuş ve bu muhteşem İslam devletinde bir yok olma devrinin başlamasına yol açmıştır. Bu hata; azılı ve sinsi İslam düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak İskoç masonlarının yetiştirdikleri cahilleri iş başına getirmesi ve bunların devleti içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamamasıdır. Abdülmecîd hân, [1256] da ilk olarak kâğıd para çıkardı. [1260] da (Mecîdiyye) köprüsü yapıldı. Şimdi Galata köprüsü deniliyor. 1412 [m. 1992] de yeniden yapıldı. [1265] de Beşiktaşla Ortaköy arasında (Küçük Mecîdiyye) câmi’ini ve Ortaköy iskelesi yanında (Büyük Mecîdiyye) câmi’ini yapdırdı. [1276] da Maçka ile Nişantaşı arasındaki (Teşvikiyye câmi’i)ni yapdırdı. [1268] de (Şirket-i Hayriyye) denilen buğaziçi vapurları işletilmeğe başlandı. [1277] de Aydın demir yolu yapıldı. [1270] de deniz altı telgraf hattı döşetdi. [1272] de erâzi kanûnu çıkardı. [1274] de belediye teşkilâtı kurdu. [1276] da ticâret kanûnu yapdı. Abdülmecîd hânın vâlidesi (Bezm-i Âlem) sultân, 1261 [m. 1845] de Yenibağçede Gurabâ hastahânesi ve Dolmabağçe serâyı önünde deniz kenârında (Vâlide câmi’i) ve Bakırcılarda Bâyezîd kulesi önünde büyük sultânî lisesi ve dahâ birçok mescid, çeşme yapmışdır. Dolmabağçe denilen yer, [1023] de, birinci Ahmed hânın emri ile dolduruldu. Bir tepeyi denize doldurdular. Dolmabağçe iskelesini birinci Abdülhamîd hân yapdı. Dolmabağçe serâyını birinci ve ikinci Mahmûd hânlar ahşâp olarak yapmışlardı. 1269 [m. 1853] senesinde Abdülmecîd hân, bunların yerine, şimdiki muhteşem serâyı yapdırdı. Beşmilyon altın liraya mâl oldu. Bu kadar çok para, milletin cebine girmiş oldu. Binlerce âilenin yüzü güldü. Ayrıca, memlekete, çok kıymetli ve târihî bir san’at eseri kazandırmış oldu. Sulh ve terakkî sağladı. Hicâzda ve Anadoluda çok eserler yapdı. İslâm düşmânları, Osmânlı halîfelerine çirkin iftirâlar yapdıkları gibi, bu mubârek zâta da, leke sürmeğe çalışıyorlar. Memleketin her tarafında ve hele Mekkede, Medînede yapdırdığı, görülmemiş güzel san’at eserlerine, isrâf yapdı diyorlar. Allahü teâlânın mubâh etdiği, izn verdiği câriye kullanmasını, ya’nî meşrû’ hakkını suç olarak gösteriyorlar. İçki içerdi diyorlar. Sultân ikinci Selîm hâna ve Yıldırım sultân Bâyezîde de böyle iftirâ etdiler. Hiçbir vesîkaya dayanmıyan bu sözlere sâf müslimânlar da inanıyor. Yeni târîh kitâblarına bile yazıyorlar. Hâlbuki Osmânlı pâdişahlarının hepsi, her işlerinde islâmiyyete uyar, yüksek âlimlerin fetvâları ile hareket ederlerdi. Hepsi sâlih, dindâr, mubârek insanlardı. Herbiri islâmiyyete çok hizmet etdi. İkinci Selîm hânın Edirnede yapdırdığı büyük Selîmiyye câmi’i, düşmânlarına açık cevâb vermekde, iftirâlarını yalanlamakdadır. Din düşmanları, iyileri kötülemekde, kötüleri, dinsizleri övmekdedir. Abdülmecîd hân, türbesinin yüksekliğinin, Yavuz Sultân Selîm türbesinden aşağı olmasını vasıyyet etmiş ve öyle yapılmışdır. Türbesinde oğulları Burhâneddîn efendi [1265-1293] ve Muhammed Abdüssamed efendi [1269-1271] ve Osmân Safiyyüddîn efendi de [1271] vardır. Ortadaki üçüncü türbede sultân Süleymân hânın vâlidesi Hafsa sultân ile Sultân Süleymân şâhzâdelerinden Murâd, Mahmûd ve Abdüllah efendiler ve bir hanım efendi vardır "rahime-hümullahü teâlâ". Abdülmecid Hanın kardeşi Abdülaziz’den sonra oğullarından beşinci Murad Han, İkinci Abdülhamid Han, Beşinci Mehmed Reşad ve Altıncı Mehmed Vahideddin Han padişah olmuşlardır. http://membres.lycos.fr/ecdad/osmanli/padi$ahlar/
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 February 2008, 16:16 | Mesaj No:10 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
Gerileme devri ve son
ABDÜLAZîZ HAN
ve Dönemi Osmânlı pâdişâhlarının otuzikincisi ve islâm halîfelerinin doksanyedincisidir. Sultân ikinci Mahmûdun ikinci oğludur. 1245 [m. 1830] de tevellüd edip 25 Hazîran 1277 [m. 1860] de halîfe oldu. 1293 [m. 1876] de Dolmabağçe serâyından alınıp, Topkapı serâyına habs edildi. Beş gün sonra Midhat pâşa ve serasker [savunma bakanı] Hüseyn Avnî pâşa, Süleymân pâşa ve arkadaşları tarafından, Fer’ıyye serâyında Kur’ân-ı kerîm okurken bilek damarları kesdirilerek şehîd edildiği, sultân Vahîdeddînin baş kâtibi, Alî Fuad beğin hâtıralarında yazılıdır "rahmetullahi teâlâ aleyh". Fer’ıyye serâyı, Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Galata-serây lisesinin orta kısmı olan yalıdır. Sultân Mahmûd türbesindedir. Sultân Murâd, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan aklı bozuldu. (Belgelerle Türk târîhi dergisi)nin 1967 Kasım ve 2 sayılı nüshasında diyor ki: İstanbul üniversitesine bağlı kıymetli eserler arasında, İbnül-Emîn Mahmûd Kemâl beğin [3310] numaralı defterinde, sultân Abdül’azîz hânın annesi Pertevniyâl vâlide sultânın söyleyip yazdırdığı (Sergüzeşt-nâme) vardır. Yıldız evrâkı arasında görülüp, İbnül-Emîn Ahmed Tevfîk beğin, 1336 [m. 1918] de sûretini çıkardığı bu sergüzeştnâmede Pertevniyâl sultân diyor ki: 1293 [m. 1876] senesi, Cemâzil-evvelin yedinci [30 Mayıs] günü, sabâha karşı sâat sekizde, vâlide sultânı yatakdan kaldırıyorlar. Sultân, oğlu Abdül’azîz hânı uyandırıyor. Halîfe, (Anne bunu bana kim yapdı? Beni sultân Selîme mi döndürecekler? Ben kime ne etdim?) diyor. Vâlide sultân (Avnî pâşa etdi) diyor. (Yalnız Avnî etmedi. Rüşdü pâşa ile Ahmed ve Midhat pâşalar da, bu işe dâhil. Ben bu felâketi otuz kırk def’a rü’yâmda gördüm. Bundan sonra, Cebrâîl gökden inse, devlet reîsi olmam. Cenâb-ı Hakkın takdîri böyle imiş) diyor. 30 Mayıs 1876 Salı günü kayıkla Topkapı serâyına götürülüp, üçüncü Selîm hânın şehîd edildiği odada, habs olunuyor. Çorba gönderiyorlar. Kalfa (Kaşıksız, efendimizin önüne nasıl koyayım?) diyor. Bir kırık tahta kaşık veriyorlar. Halîfe, biraz içiyor. Abdest almak için, na’lın aratıyor. (İzn yok) diyerek vermiyorlar. Abdesthâneye yalın ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. Kayıkda yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. (İrâde yokdur) diyerek vermiyorlar. Sultân Murâda tebrîknâme ve acıklı mektûblar gönderip yalvarıyor. Dördüncü gün, (2 Hazîran sabâhı) sultân Murâdın irâdesi ile diyerek, Fer’ıyye serâyına götürüyorlar. İçeri hızlı girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. (Annem nerede?) diyor. Annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor. Askerlerin saygısızca konuşdurulduğunu görünce, (Aman anneciğim. Bunlar beni öldürecekler) diyerek ağlıyor. İki gün sonra, eski, yırtık eşyâ gönderiyorlar. Askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücûm ediyor. Vermiyor ise de, Vâlide sultân, gizlice vermek zorunda kalıyor. 4 Hazîran sabâhı Vâlide sultân içeri gelip, kapının açık olduğunu ve halîfenin kanlar içinde yatdığını görünce, feryâd ediyor. Halîfe, ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup (Allah, Allah) diyor. Gelenler, Vâlide sultânı başka odaya götürüyor, kulağındaki küpeleri ve yüzüğünü çekip alıyorlar. Halîfeyi eski bir perdeye sarıp, Ortaköy karakoluna götürüyorlar. Cân çekişirken Rüşdü, Midhat ve Avnî pâşalar ve yardakçıları gelip, (Bizi azl et!) diyerek alay ediyorlar. Vâlide sultân, (Arslanım şehîd oldu. Beni de şehîd etsinler) diye feryâd ediyor. Asker gelip, (Sultân Murâd irâde etdi. Seni Beğlerbeği serâyına götüreceğiz) diyorlar. Vâlide sultân, (Benim yerim, Yeni-serâydır) diyor. Vâlide sultânın kollarından çekip yalın ayak, yaşmaksız ve ferâcesiz karakola götürüp, pâşalara seyr etdiriyorlar. Halîfenin zevcelerinden Tıryal hânım efendi gelip, (Cânım, Allah rızâsı için nâmûsu ile oynamayın. Hiç olmazsa araba ile götürünüz) diyor. Pâşalar, başarılarından pek keyfli kahkaha atmakdadırlar. Tıryal hânımın arabasına bindirilerek yeni-serâya (Topkapı serâyına) götürülüyor. Başka araba ile Tiryal hânımı da, zorla oraya götürüyorlar. Üç gün sonra kızlar ağası Topkapı serâyına geliyor. İki sultânın ayrı odalarda baygın yatdıklarını görüyor. Altı gece sonra, odalarına birer kandil gönderiliyor. Otuzsekiz gün sonra Fer’ıyye serâyına götürülüyorlar. Kapı ve pencereleri çivileniyor. Sekiz gün Vâlide sultâna eziyyet ederek (Mallarının yerini bildir) diyorlar. Dokuzuncu gün, pencereler açılıyor. 31 Ağustos 1876 da beşinci Murâd tahtdan indirilip, Dolmabağçe serâyından Çırağân serâyına götürülüyor. Sultân Abdülhamîd hân tahta çıkınca, işkencelerden kurtulup, râhata kavuşuyorlar. Sultânlara yapılan işkencelerin, sultân Murâdın emri ile olduğunu söylerlerdi. Hâlbuki sultân Murâdın birşeyden haberi yokdu. Sultân Abdül’azîzin tebrîklerini ve yalvarmalarını pâşalar sultân Murâda göstermiyor. Sultân adına kendileri cevâb yazıp aldatdıkları, [m. 1959] târîhli askerî târîh mecmû’asında uzun yazılıdır. [m. 1967] de İstanbulda basılmış olan T.Yılmaz Öztunanın (Türkiye târîhi)nin onikinci cildinde özetle diyor ki: (Sultân Abdül’azîzin hal’ edilmesi, birkaç ahlâksız veyâ sâfdil devlet adamının, şahsî ihtirâsları uğruna oldu. Bunların başında, eski sadr-ı a’zam Hüseyn Avnî pâşa geliyordu. Kurmaylıkdan yetişmiş, üç def’a serasker olmuşdu. Bir uşağın oğlu idi. (Kînim dînimdir) diyen kindâr adamlardan biri idi. Mason Fuâd pâşanın yetişdirmesi idi. Meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayı azl olunur, sonra entrikalarla yine bir makâm kapardı. Mahmûd Nedîm pâşa tarafından azl edilip sürüldüğü ve rütbesi ve nişânları alındığı için, pâdişâha kin bağladı. Sultânı tahtından indirmeğe ve öldürmeğe karâr verdi. Londraya gidip, ingilizlerle bu işi plânlaşdırdı. Fâci’anın ikinci adamı Midhat pâşanın batı kültürü olmadığı gibi, din bilgisi de yokdu. Tuna ve Bağdâd vâlîliklerinde yapdığı işler, Avrupa basınında alkışlanmış, bilhâssa ingilizler tarafından şımartılmışdır. Hislerine kapılan, acele ve yanlış karârlar veren, bu yüzden iyi iş görmeğe müsâid olmıyan bir adamdı. Âli pâşa gibi, ölünciye kadar sadâretde kalacağını umarken, iki ay içinde azl edilmesini, gurûruna yidirememiş, hükmdâra düşmân olmuşdur. İçki masalarında, devlete âid karârlar alırdı. İngilteredeki parlamento idâresini aynen alırsa, Türkiyenin aynen İngiltere olacağını sanırdı. Böyle bir idâreyi yürütecek tek şahsın, kendisi olacağına inanırdı. Midhat pâşanın, meşrûtiyyeti te’sîs edebilmek için hal’ işine karışdığını ileri sürmek, gerçeğe hiç de uymamakdadır. Avnî pâşa, hal’ projesini Midhat ve Şirvânîzâde Muhammed Rüşdü pâşalara, sonra zemânın sadr-ı a’zamı mütercim Rüşdü pâşaya açdı. Şirvânîzâdeden yüz bulamayınca, onu Tâife sürdürdü ve orada zehrletdi. Midhat pâşa, sadr-ı a’zam Mahmûd Nedîm pâşanın, kendisini merkezden uzaklaşdıracağını vehm ederek, hal’ işine karışmışdır denilebilir. Hal’ işine Midhat pâşanın emri ile, uydurma fetvâ veren şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendi de, bu makâmından, önce azl edilmiş, bu yüzden sultâna kin bağlamışdı. Sultân Abdül’azîz, bunun için, (O, serâyda iken, müfsid imâm denirdi. Rüşdü pâşanın tavsıyesi ile şeyh-ul-islâm yapdık, Allah vere de, bir halt etmese) demişdir. Sultân Abdül’azîzin hal’inin bir vatanperverlik olacağına inanan tek adam, harb okulu nâzırı [kumandanı] Süleymân pâşa idi. Yirmibeş Mayıs gecesi, Redîf ve Süleymân pâşalar, Avnî pâşanın Kuzguncukdaki evinde toplanarak, üçyüz (300) harbiye talebesinin Dolmabağçe serâyını kuşatmasına karâr verdiler. Talebeye, Sultânı korumak için gidiyoruz denildi. Avnî pâşa sultânı öldürmeği çokdan plânlamış ve nihâyet bu cinâyeti işlemişdir. Uzun zemân serâyda casûsu olan, ikinci mâbeynci Fahri beği bu işde kullandı. Cezâyirli Mustafâ pehlüvânı ve Yozgadlı pehlüvân Mustafâ çavuşu ve Boyabatlı hâcı Mehmed pehlüvânı Fer’iyye serâyına bağçıvan yapdılar. Fahri beğle bu pehlüvânlar, odaya girip, uzun döğüşmeden sonra bileklerini kesip pencereden bağçeye kaçdılar. Avnî pâşa, çığlık seslerini duyarduymaz, Kuzguncukdaki yalısından, kayıkla, hemen Fer’ıyyeye geldi. Ölüm raporunu imzâlamak istemiyen iki doktordan birini, Avnî pâşa hemen Trablusgarba sürdü. İkincisi olan Ömer beğin apoletlerini [formalarını] hemen orada sökmüşdür. 1293 [m. 1876] Hazîranın 4. cü günü sabâhı, sultân Abdül’azîzin Ortaköy sâhilinde Fer’ıyye serâyındaki odasından garîb sesler gelmeğe başladı. Sâat dokuz buçukda odaya girenler, eski hâkanı kanlar içinde buldular. Ertesi gün yayınlanan hükümet teblîği, şöyle diyordu: (Sultân Abdül’azîz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihâr etmişdir. Serasker Avnî pâşa cesedi karakola nakl etdirmişdir.) Bu teblîğ ve ekli tabîb raporu, hiç kimseyi inandıramadı. Doktorlara yalnız bilekler gösterilmişdir. Avnî pâşa, birkaç sene önce de, sultân Abdül’azîzi zehrlemeğe teşebbüs etmişdi. Midhat pâşa, ölümü işitince, (Hâkanın muhâfazası pek müşkil ve tehlükeli olduğundan, bu vech ile vefâtı pek iyi oldu) demişdir. Mâliye nâzırı Yûsüf pâşa ise, (Mel’ûn herif [Avnî pâşa] pâdişâhın başını yidi. İnşâallah yakında o kâtil de katl edilir) demişdir. Sadr-ı a’zam mütercim Rüşdü pâşa da, (Na’şı karakola çıkardıkları zemân canlı imiş. Hekimler de, canlı olduğunu tasdîk eylediler) demişdir. Üç pehlüvâna yüzer altın mâ’aş bağlanarak, sırrı ifşâ etmeleri önlendi. Sultân Abdül’azîzin na’şını yıkayan sekiz imâm, Yıldız muhâkemesinde, sultânın iki dişi kırılmış, sakalının sol tarafı yolunmuş, sol memesi altında büyük bir çürük vardı demişlerdir. Pehlüvânlar da, yapdıklarını sonradan i’tirâf etmişlerdir. İntihâr edecek şahsın her iki bileğinin damarlarını birlikde kesemiyeceği de tıp ilminde meydândadır. İsmail Hami Danişmend 5 ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı kitabında Sultanın ölüm sebebinin intihar olmayıp, cinayet olduğunu 31 delil ile izah etmektedir. Hüseyn Avnî pâşa, sultân Abdül’azîzin hal’ edileceğini birkaç sene önce Londrada İngiliz nâzırlarına söylemek cesâret ve hiyânetinde de bulunmuşdu. Bunun için, (Encyclopaedia Britannica) intihâr tezini ileri sürmekdedir. Son çıkan, (Grand Larousse) ise, öldürüldüğünü yazmakdadır. 1940 târîhli (Larousse illustre)de, (fut assassiné en 1876= 1876 da katl edildi) yazılıdır. 5 Hazîran günü cenâzesi büyük merâsimle kaldırıldı. Topkapı serâyında yıkandı. Pederi sultân ikinci Mahmûd hânın Çenberlitaşdaki türbesine defn edildi. Süleymân pâşa, bu inkılâbın meşrûtiyyet için yapıldığını söyleyince, Avnî pâşa, sen sus! Asker siyâsete karışmaz demişdir. Hâlbuki, kendisi, askeri çokdan siyâsete karışdırmış. Balkanlarda felâketli hâdiselerin patlak vermesine sebeb olmuşdu. Nitekim, 2 Temmuzda Sırb ve Karadağ prenslikleri isyân etdi. Balkanlar karışdı. 24 Nisan 1296 [m. 1877] de Rusyanın arabulucu teklîfi red edilerek, 93 harbi başladı. Hemen müşîr yapılan Süleymân pâşa, Şıpka geçidini ruslara kapdırınca, mağlûbiyyete sebeb oldu. Plevnede üç kerre zafer kazanarak gâzî ünvânını alan Osmân pâşayı kıskandı. Maçka meydân muharebelerini de gayb ederek, Edirneye kadar kaçdı. Böylece, Edirne de, harâb oldu. Ruslar Ayastefanosa [Yeşilköye] kadar geldi. İngilizler, bu mağlûbiyyeti fırsat bilerek, 20 Mayıs 1878 de, İstanbulda Alî Süâvî vak’asını çıkarıp, ikinci Abdülhamîd hânı devirmek, hilâfeti lağv etmek istedi ise de, muvaffak olamadı. Alî Süâvî mason idi. Karısı ingiliz idi. (Yeni Türkiye târîhi) diyor ki, (İkinci Abdülhamîd hânın diplomasisi [Aklı ve zekâsı] olmasaydı, 93 harbinin zararları dahâ büyük olacakdı). Süleymân pâşa, sefîh ve zelîl bir hayât sürerek, 1309 [m. 1891] de Bağdâdda öldü. Abdül’azîz hânı şehîd etdiren pâşalar, başarılarının zevki içinde, Midhât pâşanın Bâyeziddeki konağında, 15 Hazîran gecesi toplanmışlardı. Odaya giren erkân-ı harb kolağası, 26 yaşındaki, Hasen beğ, Avnî pâşayı ve sonra hâriciyye nâzırı Râşid pâşayı vurup öldürüyor. Midhat pâşayı kovalıyor ise de, pâşa mutbaha kaçıp, aşçının dolabına saklanıp, ölümden kurtuluyor. Yaralı yakalanan Hasen beğ, ertesi gün Bâyezîd meydânında şehîd ediliyor. Edirnekapıdan Topkapıya giderken, sağ köşede, parmaklıklı mezârının büyük taşında (Ümerâ ve guzât-i çerâkiseden İsmâ’îl beğin oğlu olup, Harb okulunu bitirip, kolağası rütbesinde iken, genç yaşında, velîni’meti uğrunda fedây-i cân eden, Çerkes Hasen beğin kabridir) yazılıdır. Sultân Abdül’azîz hân, Çerkes Hasen beğin eniştesi idi. Halîfenin fecî’ şeklde şehîd edildiğini ve annesi Pertevniyâl sultâna çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten sultân Murâdın üzüntüden ve bu felâket yolunun sonunu düşünmekden aklı bozuldu. Sultân Abdül’azîz hân, onbeş senelik saltanat zemânını Dolmabağçe serâyında geçirdi. Bu serâyda iken hal’ edildi. Beşinci Murâd da üç aylık saltanatını bu serâyda geçirdi. İkinci Abdülhamîd hân, bu serâyda yedi ay oturdukdan sonra, Yıldız kasrlarına yerleşdi. Sonra Yıldız serâyını yapdı. Sultân Muhammed Reşâd da, Dolmabağçe serâyında oturdu. Sultân Abdül’azîz hân, [1278] de yeni askerî elbiseleri kabûl etdi. [1279] da posta pulu kullanıldı. [1286] da Süveyş kanalı açıldı. [1288] de İstanbulda tramvay işletilmeğe başladı. [1292] de Galata tüneli yapıldı ve askerî rüşdiyye mektebleri açıldı. [1279] da Osmânlı bankası açıldı. [1280] de sâhillere deniz feneri konuldu ve devlet şûrâsı [Danıştay] kuruldu. [1284] de sultânî mektebleri [liseler] açıldı. [1285] de Sanâyi mektebleri açıldı. [1286] da Fransa imperatöriçesi İstanbulu ziyâret etdi. [1287] de Avusturya imperatörü, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi. [1287] de şark demir yolları yapıldı. [1287] de tıbbiyye-i mülkiyye açıldı ve orman ve ma’den mektebleri açıldı ve Eski serây dış kapısı, ya’nî üniversitenin Bâyezîd meydânına açılan giriş kapısı yapıldı. [1288] de itfâiyye alayı teşkîl edildi. [1289] da seyyâr havz yapıldı ve Dârüşşefeka lisesi açıldı. [1290] da Îrân şâhı, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi ve İzmit demir yolu yapıldı. Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarından güreşe, ciride, ava meraklı, kahraman yapılı bir hükümdardı. Halk kendisini sevmekte, ikinci bir Yavuz olarak görmekteydi. Üzerinde durduğu en mühim mesele ordu ve donanmanın yeniden tanzim edilmesi, yeni usullere göre tekamül ettirilmesiydi. Avrupa’dan elde edilen kredilerin pek çoğu bu sahada sarf edildi. Donanma, dünyanın sayılı donanmalarından birisi oldu. Nizamiye, ihtiyat, redif ve müstahfız adıyla 700.000’i aşkın askeri bir kuvvet hazırladı. Bunların top ve tüfek ihtiyaçları için de modern tesisler kurdurdu. Sultan Abdülaziz Han, zeki, anlayışlı ve dünya siyasetine vakıf olduğu için saltanatının ikinci yılında (1863) Mısır’ı ziyaret etti. Kalabalık bir heyetle beraber, Mısır’a yapılan bu gezi çok gösterişli oldu. Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır’a gelen ilk Osmanlı sultanına halk çılgınca sevgi gösterilerinde bulundu. Sultan Abdülaziz, Kahire’yi at üstünde dolaştı. Bu seyahat Mısır halkının Hilafet makamına olan bağlılığının güçlenmesini sağladı. 1867 yılında Paris’te açılan büyük bir sergiyi görmek için imparator Napolyon’un davetini kabul ederek Fransa’ya gitti. Oradan, İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan yoluyla memlekete döndü. Bu seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı İkinci Leopold, Prusya Kralı Birinci Wilhelm, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile görüştü. Sekiz ülkeye gitti. Beş hükümdarla görüştü. Balkanlarda Rusya ve diğer devletlerin desteklemesi ile çıkan isyanlar, devrinin en mühim hadiselerindendir. Rumeli ve Girit’teki gayri müslim halkın ayaklanmaları devletin başına büyük gaileler açtı. Karadağ, Sırp, Bulgar ve Girit isyanları ile hükümet hem nüfuz, hem de mali bakımdan kayıplara uğradı. Karadağ’a yapılan savaşlar kazanılarak bu mesele bir müddet için kapandı. Sırbistan’da bazı kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaşma yapıldı. Girit’teki isyan, başarılı bir askeri harekat ile bastırıldı. Mahmud Nedim Paşanın sadareti, hem dışta hem de içte devletin itibarının sarsılmasına sebeb oldu. Tarafdarı olduğu Rus Sefiri İgnatiyef’in tavsiyeleri ile hareket eden Mahmud Nedim Paşa, aldığı kararlarla Avrupa devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediği borcunu beş sene müddetle ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine Avrupa’da Osmanlılar aleyhine gösteriler yapılmasına yol açtı. Zaten Rusya’nın da istediği buydu. Nitekim, Ruslar bu karışıklıktan faydalanarak Balkanlarda Panislavizm propagandasını yaygınlaştırıp büyük huzursuzluklar çıkardılar. 1875 yazında Bosna-Hersek’te isyanlar çıktı. Bunu Rusya’nın teşviki ile 1876’da Sırbistan’ın Osmanlı Devletine savaş ilanı takip etti. Osmanlı Devleti sıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan’ı kısa sürede mağlub etti. Ardından Bulgaristan’da karışıklıklar çıktı ise de mahalli kuvvetlerle bastırıldı. Abdül’azîz hân, kardeşi gibi, memleketin idâresini Alî ve Füâd pâşanın ve bunların yetişdirdiği masonların ellerine bırakdı. Bunlar da, İngilizin siyâsetine göre hareket etdiler. Dağıstanlı şeyh Şâmil, yirmi sene ruslarla kahramanca cihâd yaparak, ordularını perişân ederken, seyrci kaldılar. Bu mücâhidin 1283 [m. 1866] de esîr düşmesine sebeb oldular. Rusların 1290 [m. 1873] de, Semerkand, Buhâra ve Hiveyi işgâl etmelerine de sebeb oldular. Ömrlerini Avrupada geçirdiler. Memleketde kaldıkları zemân, Tanzîmât fermânındaki mason plânlarının tatbîk edilmeleri için çalışdılar. Bu hiyânetlerinin sebebi mes’ûlü elbette Halîfenin gafleti idi. Bu gafletinin netîcesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından şehîd edildi. Sultân Abdül’azîz, Çırağan ve Beğlerbeği serâylarını yapdırdı. Muhtelif yerlerde de kasrlar yapdırdı. Beykoz kasrı bunlardandır. Çırâğân yalısını ilk olarak Nevşehrli Dâmâd İbrâhîm pâşa yapdırdı. Sonra üçüncü Selîm hânın hemşîresi Beyhân sultân tarafından yeniden yapıldı. Ahşâb ve çok zînetli idi. Sultân, bunu, kardeşi sultân Selîme satdı. Sonra, ikinci Mahmûd hân, 1252 [m. 1836] de yıkdırarak ahşâb serây yapdı. Sultân Abdülmecîd hân bu serâyda oturdu. 1271 [m. 1855] de yıkdırdı. 1288 [m. 1871] de Abdül’azîz hân, son muhteşem serâyı dört milyon liraya yapdırdı. Beğlerbeği serâyının yerinde, tepede birinci Ahmed hânın (Şevk-âbâd) kasrı vardı. Sâhil serâyını ikinci Mahmûd hân ahşâb yapdırdı. Moltekeyi burada kabûl eylediği zemân, çubuk içiyordu. Abdülmecîd hân, 1249 [m. 1833] de bu serâyda merâsimle hatm-i şerîf indirmişdi. Sultân Abdül’azîz hân, 1282 [m. 1865] de, bu ahşâb serâyı yıkdırıp yerine mermerden muhteşem serâyı yapdırdı. Sultân, 1865 Nisânının yirmibirinci Cum’a günü serâya yerleşdi. Yaz mevsimlerini burada geçirirdi. Balkan harbi bozgununda, Enver ve Talât pâşalar, ikinci Abdülhamîd hânı "rahime-hullahü teâlâ" Selânikden (Lorley) Alman vapuru ile İstanbula getirtip, Beğlerbeği serâyına koydular. Boğaziçi tarafında, alt katda, arka tarafda, bir odada yerleşip, yetmişaltı yaşında iken, zâtürrie hastalığından vefât etdiği, 10 Şubat 1336 [m. 1918] gününe kadar, burada yaşadı. Kaynak: http://membres.lycos.fr/ecdad/osmanli/padi$ahlar/31_AbdulAzizHan.php
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları |
Cevaplar | Son Mesajlar |
Lale Devri 1718-1730 | PESTEMAL | Osmanlı Tarihi | 0 | 08 February 2009 13:32 |
Duraklama Devri | PESTEMAL | Osmanlı Tarihi | 4 | 12 February 2008 16:09 |
Yükselme Devri | PESTEMAL | Osmanlı Tarihi | 103 | 12 February 2008 14:23 |
Fetret Devri | PESTEMAL | Osmanlı Tarihi | 11 | 12 February 2008 13:38 |
Lale Devri... | Papatyam | Şiir Bahçesi | 4 | 20 April 2006 17:26 |
Tefekküre Davet Köşesi |
|
Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın |