Osmanlı Padişahları - Sayfa 4 - Papatyam Forum

Papatyam Forum

Go Back   Papatyam Forum > ..::.GENEL KÜLTÜR.::. > Tarih Sayfaları > Osmanlı Tarihi

Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Alt 25 February 2008, 13:34   Mesaj No:31

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultan Ikinci Mahmud

Babasi : Birinci Abdülhamid
Annesi : Naksidil Valide Sultan

Dogumu : 20 Temmuz 1785

Vefatl : 30 Haziran 1839

Saltanati : 1808 - 1839 (31 ) sene


--------------------------------------------------------------------------------

Ikinci Mahmud istanbul'da dogdu. Diger padisahlar gibi kuvvetli bir tahsil gördü. Tahta çiktiginda 23 yasinda idi. Üçüncü Selim'in, ögrenimine bizzat önem vererek yetistirdigi kiymetli bir sahsiyetti. Hattat, bestekâr ve sairdi.(Adli) mahlasayla siirler yazmistir. Cesur, temkinli, sabirli ve azimli bir tabiata sahipti.Dagilan Nizam-a Cedid askerinin yerine Sekbân-a Cedid askeri teskilâtini kurdu. Çok geçmeden âsiler ayaklaninca, bu ocaga kendiliginden dagitti.

1808'de ayaklanan âsiler, Alemdar Mustafa Pasa'yi öldürdüler. 1812'de Ruslarla Bükres Antlasmasi yapildi.1813 senesinde, Mekke ve Medine'de mukaddes yerlere hakaretlerde bulunan Vehhabiler temizlendiler. Osmanla Imparatorlugu yakilincaya kadar bir daha huzursuzluk çikaramayacak hale getirildiler.1821'de Yunan Ihtilâli oldu. Binlerce sivil halk öldürüldü.1826'da Yunan Ihtilâli bastirildi. Yeniçeri Ocagi, Seyhülislâmin fetvasi, ulemâ sinifi, asker ve halkin ayaklanmasi ile tamamen ortadan kaldirildi Bu olaya tarihçiler Vak'ay-i Hayriye diye isim verdiler. 1827'de Rus savasi yeniden basladi. 1829'da Edirne Anlasmasi yapildl. 1831 ve 1839'da Misir isyanlari oldu. 1839 senesinin Temmuz ayanda Ikinci Mahmud vefat etti. Hayati boyunca ugrasmas oldugu elim hadiselerin tesiriyle üzüntüden verem olmus ve bu hastaliktan vefat etmisti. Cenazesi Divanyolundaki türbesine defnedildi. (Allah rahmet eylesin)Ikinci Mahmud her sahada çok genis çalismalarda bulundu. Bir çok yeni mektepler açti. Büyük binalar insa ettirdi. Istanbul'daki bütün büyük camilerin tamirini yaptirdi. Un kapani Köprüsü de onun zamaninda yapildi.Mekke-i Mükerreme'de bir medrese yaptirdi ve Mescid-i Aksa'yi da tamir ettirdi.Sümbülzâde Vehbi ve Keçecizâde Izzet Molla Efendi bu devirde vefat etmislerdir.

Erkek çocuklari : Abdülmecid, Abdülaziz,dört adet Ahmed isimli sehzade, Bayezid, Abdülhamid, Süleyman, Mehmed, Murad, Nizameddin, Mehmed, Abdullah; Osman.

Kiz çocuklari : Emine Sultan, Hamide Sultan, Hayriye Sultan, Sali Sultan, Saliha Sultan,Ayse Sultan, Atike Sultan, Fatma Sultan, Münire Sultan, Fatma Sultan, Mihrimah Sultan,Adile Sultan.

Kaynak: Osmanli tarihi

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:34   Mesaj No:32

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultan Birinci Abdülmecid

Babasi . Ikinci Mahmud
Annesi . Bezmiâlem Valide Sultan

Dogumu : 25 Nisan 1823

Vefati . 25 Haziran 1861

Saltanati : 1839 - 1861 (21) sene


--------------------------------------------------------------------------------

Abdülmecid Istanbul'da dünyaya geldi. Babasi ona iyi bir tahsil yaptirmak için çok titiz davrandi. Kendisi biraz zayifça idi. Çok zeki,terbiyeli, merhamet ve sefkatli bir kimseydi.Tâhta çiktiginda 16 yasindaydi. Yeni gelismeleri çok siki bir sekilde takip eder ve hemen Devlet-i Aliyyede tatbik edilmesini isterdi. Devrinde olan önemli olaylar :1839 senesinde Gülhane Hatti Hümayunu okundu. 1846'da Mustafa Resid Pasa Sadrazam oldu. Maarif alaninda pek çok ilerlemeler oldu. Bir çok meslek okullari açildi. 1848'de Macar isyani dolayisiyla Macaristan'dan çok sayida ilticalar oldu. Eflak ve Bogdan'da ihtiIali oldu. Mübarek yerler meselesi ortaya çikti.1853'de Rusya harbi basladi. Sinop baskini oldu. 1854'de Ruslar karada büyük kayiplar verdiler. Meshur Silistre müdafaasi yapildi 've Ruslar bozuldu. Yerköyü Muharebesi kazanildi. Fransa ve Ingiltere de Türkiye yaninda yer aldilar ve Kirim'a çikarma yapildi.1855'de Sivastopol alindi. Telgraf ve demiryolu hatlari yapildi. 1856'da Paris Anlasmasi yapildi. Ruslara karsi büyük menfaatler sagIandi.Abdülmecid Dolmabahçe Sarayi'ni yaptirdi

ve Ortaköy'deki Mecidiye Camiini insa ettirdi.25 Haziran 1861'de babasi gibi verem hastaligina tutularak vefat etti. Öldügünde 38 yasindaydi. Fatih'teki Sultan Selim Camii avlusundaki türbesine gömüldü. (Allah rahmet eylesin)

Silsile-i Saadât-i Naksibendiyye'den Hâfiz Ebü Said Sâhib (k.s.) Hazretleri bu devirde vefat etmistir.

Erkek çocuklari : Ahmed, Mehmed Burhaneddin, Bahaddin, Rüstü Mehmed, Seyfüddin, Osman, Ziyaeddin Mehmed, Abid Mehmed ,Abdüssamed Mehmed, Fuad Mehmed, Nureddin, Vamuk Mehmed, Abdülhamid, Mehmed Vahidüddin, Süleyman, Kemaleddin, Nizameddin,Mehmed Resad.

Kizlari : Bedihe, Behice, Samiye, Mediha, Refia, Sehime, Sabiha, Aliye, Fatma, Cemile, Seniha, Fehime, Mühibe, Mukbile, Münire, Naime, Neyyire, Behiye.

Kaynak: Osmanli tarihi

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:35   Mesaj No:33

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultan Abdulaziz Han

Otuz ikinci Osmanli padisahidir. Babasi Sultan II. Mahmud, annesi buyuk hayir ve hasenatlar sahibi Pertevniyal Sultan’dir.

1861 yilinda tahta geçti. Saltanat muddeti 14 senedir. Zeki ve hamleli bir padisahdi. Kendisine kuçuk yastan itibaren gayet itinali bir tahsil yaptirilmisti.

O’nun saltanatina tekaddum eden gunlerde "Tanzimat Fermani" ile bati taklidçiligi yolu açilmis ve bu istikamette atilan adimlar, halkin ruhunda devlete karsi ilk kuskunluk tohumlarini filizlendirmeye baslamisti. Sultan II. Mahmud ve halefi Sultan Abdulmecid, bu yolda yurumus, an’anevi ordu seklimiz olan yeniçeriligin ilgasindan cenazelerin bando-mizikayla kaldirilmasina kadar çesitli inkilab hareketleriyle devletin teb’asina yabancilasmasi ve ahkam-i ser’iyyeden uzaklasmaya baslamasi çigirini açmislardi. Halk kuskun; rical, bati aleminin kaydettigi terakki karsisinda saskin ve mutereddiddi. Islam’in dusmanlari ise, bati ile aramizda husule gelen mesafenin vebalini, muazzez Islam’a yuklemek için sinsi bir propaganda faaliyetine girismis bulunuyordu. O derecede ki, daha sonra sair Ziya Pasa bu keyfiyeti, su beyti ile en guzel bir surette ifade edecekti:

"Islam imis devlete pabend-i terakki,

Evvel yog idi isbu rivayet yeni çikti!.."

Halbuki Avrupa’daki terakki, hiristiyanligin veya ona dayanan usul, erkan ve kulturun mahsulu degildi. Bu keyfiyet, Amerika’nin kesfi ve buradan buyuk bir bakir servet elde edilmesi, buharli geminin icadiyla Afrika’nin guneyindeki Umidburnu’ndan dolasilmasi ve bu suretle baharat, ipekli kumaslar gibi uzak sark mallarinin batiya intikaliyle ticaret yollarinin degismis bulunmasi ve bunun neticesinde Avrupa’da bir "sanayi inkilab"i vucuda gelmesi gibi busbutun baska ve sirf iktisadi olan sebeplerin eseriydi. Hal boyleyken, dusmanlarimiz iki alem arasindaki farki, yanlis bir te’vil, tefsir ve telkin ile bizi kendi orijinal (nev’i sahsina munhasir) dunya gorusumuzden, ictimai nizamimizdan ve pur-islami olan hayat uslubumuzdan uzaklastirmaya basladilar. Bu yanlis yolu, bize kasden dogru gosterip terakki için yegane çare imis gibi telkin ettiler. Bu telkin, basta devrin pasalari olmak uzere padisahlari bile te’siri altina alacak bir sumul kazandi.

Diger taraftan 1826 yilinda yeniçeriligin ilgasiyla an’anevi ordu nizami bozuldugundan iki yil sonra Ruslar’in onbes bin kisi gibi cuz’i bir kuvvetle Edirne’ye sarkabilmeleri, 1829 yilinda Yunanistan’in kurulusu emr-i vakisi ile karsilasilmasi, 1832’de bir Osmanli valisi Kavalali Mehmed Ali Pasa’nin ordusunun Kutahya’ya kadar gelebilmesi ve asirlardan beri maglubiyet gormemis bir devletin bu durum karsisinda Rusya’dan yardim istemek mecburiyetinde kalmasi, milli gururu rencide etmis, vicdanlar rahatsiz olmustu.

II. Mahmud, devrinin gailelerinden teessure kapilmis, verem olmustu. Ciliz, hastalikli ve bati kasisinda aciz bir padisahdi. Halefi Sultan Abdulmecid de ayni bati taklidçiligi yolunda yurumustu. Bunlarin arkasindan gelen Sultan Abdulaziz ise, cesur, hamleli, fikren ve ruhen saglam bir padisah olarak halkin ruhunda birikmis olan melali (huznu), kisa zamanda surura çevirmis, eski futuhat devirlerinin avdet edecegi umidlerinin belirmesine sebep olmustu. Pehlivan yapili vucudu da bu hissi takviye ediyordu. Gerçekten guresi tesvik eden, dusmanlarina karsi harbi goze almaktan çekinmeyen, bu maksadla ordu ve donanmayi dunyanin en ileri seviyesine çikarmaya çalisan Sultan Abdulaziz’in devri, Tanzimat’la baslayan yilginliktan milletçe silkinip dogrulma temayullerinin bir baslangici olmustu. O’nun faaliyetlerinin ana hedefi Tanzimat’la açilmis bulunan batililasma hareketlerini akamete ugratarak, kendi milli ve dini huviyetine sadik kalmak ve bu yolda ilerlemekti. Lakin kendisine tekaddum eden yillarda bu kendinden kaçis, o hadde vasil olmustu ki, Napolyon Code-civili (Kod Sivil) denilen Fransiz medeni kanunu aynen tercume edilip alinarak, musluman teb’aya tatbik edilmesi gibi temayuller belirmisti. Sultan Abdulaziz, bu cinayet derecesinde vahim olan hareketi, devrinin buyuk alimi olan Ahmed Cevdet Pasa ile elele vererek Islam hukukundan yapilmis bir medeni kanun demek olan Mecelle-yi Ahkam-i Adliyye’yi kisaca "Mecelle" denilen buyuk kanun metnini ortaya çikararak onlemistir. Zamaninin butun silahlarini en iyi bir sekilde kullanmayi ogrenmis olan Sultan Abdulaziz, dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi olmaya çalisiyordu.

Sultan Abdulmecid Han’in olumu uzerine 1861’de tahta çikmisti. Osmanli Devleti’nin durumu son derece karisik idi. Mali sikinti son haddindeydi. Karadag’da çikan isyan, Sirplar’la savasa yol açabilecek durumda idi. Avrupa devletleri bu hali firsat bilerek, aracilik tekliflerini arttiriyorlardi. Zira Sultan’in Tanzimat’tan vaz geçmesinden endise duyuyorlardi.

Bu durumu fark eden Sultan, hemen bir hatt-i humayun çikardi. Fermanda soyle deniyordu:

"Devletin maddi gucunun artirilmasi ve halkin hayat seviyesinin yukseltilmesinden baska maksadimiz yoktur. Devlet malinin telef edilmemesi ve israfdan korunmasi sarttir. Muslim ve gayr-i muslim ayird etmeksizin memleketimizde yasayan herkes, dinimizin emirleri çerçevesinde adaletle yonetilecek ve hepsi adalet onunde esit muamele gorecektir.

Yuce devletimizin istiklalinin devam etmesi ve halkin refah içinde yasamasi, en buyuk gayemizdir. Cenab-i Hakk, Peyygamber -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- hurmetine cumlemizi muvaffak eylesin!"

Bu fermanla birlikte mevcud hukumetin de yerinde birakilmasi, batili devletlerin Tanzimat’la alakali endiselerini nisbeten ortadan kaldirdi.

Sultan, israfa karsi, kendinden ve saraydan baslayarak tedbirler aldi. Devletin mali durumunu duzeltmeye basladi.

Sultan Abdulaziz, butun dunyanin alakasini celbetmis bulunuyordu. Bundan dolayi, Fransa ve Ingiltere’ye davet edildi. 1867’de Dolmabahçe onunden Sultaniye yatina binerek yola çikti. Boylece Osmanli tarihinde yabanci ulkelere seyahat eden ilk padisah oldu.

Koca Sultan, Paris’te buyuk bir torenle III. Napolyon tarafindan karsilandi. Serefine verilen yemekte yanina oturan III. Napolyon’un:

"–Ekselans Hazretleri! Girit için en guzel çozum yolu olarak, adanin Yunanistan’a terkini dusunseniz!.." demesi uzerine Sultan celallendi. O diplomatik munasebetlerde zaaf gosterecek bir padisah degildi. Bundan dolayi, bu kendisini yoklama mahiyetindeki suale su cevabi verdi:

"–Ekselans! Osmanli Devleti, yirmiyedi sene Girit için kan doktu. Her karis topragini sehid kanlari ile suladi. Ordumda tek bir asker, donanmamda tek bir sandal kalana kadar ecdad mirasini korumak mecburiyetindeyim..."

Beklenmiyen bu siddet karsisinda III. Napolyon, ozur dilemek zorunda kaldi.

Sultan, Ingiltere ve Fransa seyahatinden Istanbul’a muhtesem ve gayet basarili diplomatik zaferlerle donmustu.

Istanbul’da da halkin coskun tezahurati ile karsilandi. Zira millet, O’nda yukselis devri padisahlarinin temayul ve dirayetini goruyor ve yeni zaferlerle devletin, bir kere daha silkinip sahlanacagini umuyordu.

Sultan Abdulaziz, ecdadin devri ile kendi devri arasindaki kudret ve ihtisam farkini su sozleri ile ne guzel ifade etmistir:

"Atalarimiz batiya at sirtinda futuhat için giderlerdi. Bizler ise, simdi tren ve vapurla, ancak diplomatik seyahat için gidebiliyoruz!"

Abdulaziz Han, gayet dindarane ve intizamli bir hayat suren durust bir insandi. Hayati boyunca su yerine zemzem içecek kadar takva sahibi idi. Hatta Avrupa’ya seyahate gittigi zaman, abdest suyunu beraberinde goturdugu rivayet edilir. Muntazaman namaz kilar ve çok çok Kur’an-i Kerim okurdu. Caniyane bir surette katledildigi zaman odasindaki kuçuk masanin uzerinde "Sure-i Yusuf" açik oldugu halde bir Kur’an-i Kerim bulunmustu. O’nun mubarek kanlarinin bulastigi bu Kur’an-i Kerim, el’an Topkapi Sarayi’nda muhafaza edilmektedir.

Birgun hasta yataginda baygin ve sararmis bir vaziyette yatarken Sultan Abdulaziz’e:

"Medine-i Munevvere mucavirlerinden bir dilekçe var!" denildiginde yaverlerine:

"–Derhal beni ayaga kaldiriniz! Harameyn’den gelen talebleri ayakta dinleyeyim! Allah Rasulu’ne komsu olanlarin talebleri, boyle ayak uzatilarak edebe mugayir bir sekilde dinlenmez!.." diyerek Medine’ye ve Hazret-i Peygamber’e olan muhabbetini guzel bir surette izhar etmistir.

Her Medine-i Munevvere postasi geldiginde abdest tazeler, mektuplari «Bunlarda Medine-i Munevvere’nin tozu var!» diye opup alnina goturur, ondan sonra baskatibe uzatir ve «Aç, oku!» derdi.

Yukarida arzedildigi gibi Abdulaziz Han tahta çiktigi zaman, batililarca adeta buyulenmis ve onlarin siyasi emellerine tabi bir hale gelmis bulunan ve kendilerine Jon Turk (Genç Turk) denilen insanlar elinde devletin içten çokertilme faaliyetinin had safhaya ulasdigi bir devredir. Bunlar -ekseriyetle- Fransa’da tahsil gormus ve orada hususi bir sekilde misyonerler tarafindan sinsice yetistirilmis, Istanbul’a kalbleri Fransiz, uniformalari Osmanli olarak donmus kimselerdi. Sanki devletin içinde garbin yeniçerileri olmuslardi. Memleket, disdan maddi istilaya ugrarken, içten de manevi bir tahribata maruzdu. Tanzimat Fermani ile misyonerlik faaliyetleri artmis, basta Ermeniler olmak uzere hiristiyan azinliklar ustundeki tahrikler çogalmisti. Mesela Harput bolgesinde altmisiki misyoner merkezi açilmis, yirmibir kilise yapilmisti. Kadin misyoner Maria A. West, "Romance of Mission"adli kitabinda:

"Ermenilerin ruhuna girdik.. Hayatlarinda ihtilal yaptik!.." demektedir.

Lisan ogretmek gayesi ile Anadolu’nun her tarafinda, aslinda birer misyonerlik karargahi olan birçok mektebler açilmisti. Bu faaliyetlerin en yogun goruldugu yabanci okullar arasinda Gaziantep’deki Antep, Merzifon’daki Anadolu ve Istanbul’daki Robert Koleji basta gelir. Bazilarina ise, hiç Turk talebe alinmamistir. Okul muduriyetlerine papazlar tayin edilmistir.

Memleket bir kultur erozyonu ile karsi karsiya gelmisti. Abdulmecid Han devrinden kalan bu çokuntu, Abdulaziz Han’in direnmeleri ile asgariye inmis, neticede bu mukavemet, O’nun sehadet kanlarina burunmesine vesile olmustur.

Sultan Abdulaziz Han, gayet ileri goruslu bir padisahdi. Belgrad, Istanbul, Bagdad ve Kahire’yi elimizde bulundurmadikça cihan siyasetinde buyuk bir rol oynayamayacagimizi soylerdi. Bu gorus, bilahare Almanlar’in emperyalist temayullerinin uyandigi sirada getirdikleri "yedi B" formulune benzemektedir. Almanlar, buyuk devlet olabilmek için Berlin’den Bomba’ya kadar "B" harfi ile baslayan yedi buyuk merkezin ele geçirilmesi luzumundan bahsetmislerdir.

Sultan Abdulaziz Han’in siyasi emelleri içinde Turkistan bile vardi. Oraya el atmis, Iran ve Turkistan’da Turk unsurlar için Turkçe egitim yapan mekteblerin açilmasina amil olmustur.

Donanmasinin Kizildeniz’deki bolumu, Endonezya’yi tenkile (ezmeye) giden Ingiliz donanmasinin onunu kesmis, O’nu geri donmeye mecbur birakmisti. Gerçekten de denizcilige o kadar ehemmiyet vermisti ki, O’nun zamaninda Fransiz gemilerinin Haliç tersanesinde muvaffakiyetle tamirinden dolayi III. Napolyon bir tesekkur mektubu gondermisti.

Bu durum, Osmanli’nin hasta adam diye ifadelendirildigi bir devirde bile gosterdigi kudret ve muvaffakiyetin sahane bir misalidir. O boylece hala "devlet-i ebed-muddet" diye yad olunmaya layik bir devlet oldugunu gostermisti.

Sultan Abdulaziz’in saltanat yillarinda, otuz sene muddetle Ruslar’a karsi sanli bir mucadele vermis ve nihayet teslim olmak zorunda kalmis bulunan Seyh Samil Hazretleri, hacc için Çar’dan izin almis ve Istanbul’u ziyarete gelmisti. Sultan, sarayda birçok hazirliklar yaptirmis, butun Istanbul’u buyuk bir sevinç kaplamisti. Herkes sahile toplanmisti. Rus vapuru Dolmabahçe onunde demirlediginde, Sultan Abdulaziz’in saltanat kayiklari, Imam Samil’i ve aile efradini saraya getirdiler. Abdulaziz Han, O’nu sarayin kapisinda karsiladi ve buyuk bir hurmetle:

"–Babam kabrinden kalksaydi, ancak bu kadar sevinebilirdim!" diyerek bir çok iltifatlarda bulundu.

HAINANE BIR SUIKAST

Çesitli vesilelerle su-i halleri gorulmus, once azledilmis, sonra tekrar kendilerine mevki verilmis olan dort kisi; Huseyin Avni Pasa, Mithat Pasa, Mutercim Rusdu Pasa ile Hayrullah Efendi, padisaha ihtilal hazirligi yapiyorlardi.

Huseyin Avni Pasa, 1871’de gorevinden azledilip rutbeleri sokulerek Isparta’ya gonderilmisti. Daha sonra da Mahmud Nedim Pasa tarafindan seraskerlikten de azledilmisti. Yapmak istediklerini «Kinim dinimdir!» diyerek ifade eden Huseyin Avni Pasa, Sultan’in hal’ edilmesi yaninda O’nu oldurmegi de dusunuyordu.

Mithat Pasa ise, siyasi ve din kulturunden mahrum olarak yetismisti. Yanlis kararlarindan ve yolsuzluklarindan oturu sadrazamliktan azledilmisti. Hayal-perest olan Mithat Pasa’nin, birgun içki masasinda Osmanli hanedanini ortadan kaldirip sultan olacagini iddia ederek:

"–Bunda ne var ki?! Al-i Osman olacagina biraz da Al-i Mithat olsun!.." dedigi rivayet olunmaktadir.

Mutercim Rusdu Pasa, iki sefer sadarete, uç defa da seraskerlige getirilmesine ragmen su-i halinden dolayi azledilmisti. O da menfaatinin kesilmesi sebebi ile padisaha kin baglamisti.

Hayrullah Efendi’ye gelince, Rusdu Pasa’nin himayesi ile getirildigi Seyhulislam’lik makamindan bir ay gibi kisa bir zamanda azledilmesi, onun da padisaha karsi kin baglamasina sebeb olmustu.

Bu dortlu çete grubu, talebeleri kiskirtarak numayis yaptilar. Padisah, kan dokulmemesi için yine bunlari is basina geçirdi. Boylece ihtilalciler, istedikleri yere ulastilar. Is padisahi hal’ etmege kaldi.

Ihtilal sabahi, Daru’s-seade Agasi Cevher Aga, padisahi uyandirmaga cesaret edemedi. Pertevniyal Valide Sultan’i uyandirdi. O da Sultan Abdulaziz Han’i uyandirdi. Yeni padisahin culus toplari atiliyordu. Abdulaziz Han annesine:

"–Bunlar beni III. Selim’e mi dondurecekler? Ben bunu kimlerin yaptigini biliyorum..." diyerek ihtilalcileri saydi. Sonra dilinden:

"Ben bu felaketi, otuz-kirk defa ru’yamda gordum.. Takdir-i ilahi boyle imis!" ifadeleri dokuldu.

Sultan Abdulaziz Han, sagnak yagmuru altinda kayiklarla Topkapi Sarayi’na goturuldu. Sahsi serveti, hanimlarin kulaklarindaki kupelere kadar ihtilalciler tarafindan yagmalandi. III. Selim’in odasina goturuldu. Abdulaziz Han:

"–Beni amcam gibi burada bitirmek istiyorlar!" dedi.

Uç gun kuru tahta uzerinde aç ve susuz olarak birakildi. Islak elbiselerinin degistirilmesine dahi izin verilmedi.

Daha sonra kendisi için ayrilan odaya geçirildi. Fakat Sultan Abdulaziz, V. Murad’a mektup yazarak Besiktas’taki Fer’iyye Sarayi’na naklini istedi. Arzusu yerine getirilerek Fer’iyye Sarayi’na nakledildi.

Huseyin Avni Pasa, pehlivanlardan uç kisiyi Fer’iyye Sarayi’nda mahsus bahçivanlikla vazifelendirdi. 4 Haziran 1876 sabah sularinda odasina girdiler. Abdulaziz Han, bir muddet onlara karsi koydu. Cinayete intihar susu vermek için O’nun bileklerinin damarlarini kesen zorbalar, hiçbir sey yokmus gibi gizlice islerinin basina donduler.

Valide Sultan, oglunun kanlar içinde yerde yattigini gorunce aglamaya basladi. Tertipledigi katlin neticesini almak için Huseyin Avni Pasa, saraya geldi. Yarali Sultan’i saray karakolunun kahve ocagina goturulmesini emretti. Henuz can çekisen Sultan’a doktor mudahelesini geciktirdi. Mazlum Sultan, caniler çetesi Huseyin Avni, Mithat ve Rusdu Pasalar’in gozleri onunde sehiden vefat etti.. Rahmetullahi Aleyh!..

Sultan Abdulaziz Han’in hunharca katli uzerine kizkardesi Adile Sultan’in yureginden su izdirapli misralar dokulmustur:

Cihan matem tutup kan aglasin Abdulaziz Han’a

Meded Allah, mubarek cismi boyandi kizil kana!..

Nasil hemsiresi bu Adile yanmaz o hakana,

Ki kiydi bunca zalimler karindas-i cihan-bana...

Hazret-i Peygamber -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz:

"Halis insan, buyuk bir tehlike uzerindedir!" buyurmuslardir.

Sultan Abdulaziz’in feci bir surette ortadan kaldirilmasi da, bu hadis-i serifte isaret edilen tehlike sebebiyle olmustur. Ancak bu olus, O’nun sahsindan ziyade milletin kaderiyle alakali bir ilahi takdirden baska turlu izah olunamaz. Zira Sultan Abdulaziz’in feci katli, milli tarihimizin en onemli bir donum noktasi olmustur.

Gerçekten O’ndan sonra felaketlerin onu alinamamis, çokus, Sultan Abdulhamid’in dirayetli siyasetiyle bir muddet geciktirilmisse de, nihayet bu azametli devletin yikilmasi ve ulkemizde Islam’in gariblik doneminin baslamasi onlenememistir.



--------------------------------------------------------------------------------


Muhammed Ali ESMELI

MILLETIN DUASI
Etmek için gonlu rahmetten cuda
Ummana uzanan eller kirilsin!
Vermisiz veririz binlerce feda,
Reyhana uzanan eller kirilsin!
Garibdir bu dinin gulleri ya Rab,
Kahreyle su kara yelleri ya Rab,
Sanki Ebu Leheb’in elleri ya Rab,
Imana uzanan eller kirilsin!
Nura nefret kusan Ebu Cehiller,
Zulumde Nemrud’dan daha ehiller,
Ya Rab, bunlar hiç insafli degiller;
Kur’an’a uzanan eller kirilsin!
Gonul kabemizi yikmaya gelen,
Mel’un Ebrehe’nin ustune gokten,
Sal Ebabil kuslarini yeniden
Burhana uzanan eller kirilsin!
Bizi haramiye kervan eyleme,
Su yerde ismini kurban eyleme,
Yedi kat gokleri zindan eyleme,
Ezana uzanan eller kirilsin!
Tuzaklar bulbulu bogmadan daha,
Gulu kurban için egmeden daha,
Kirli parmaklari degmeden daha,
Vicdana uzanan eller kirilsin!
Onune serilmis onca ibreti,
Gormez helak olan bunca milleti.
Su kor baslar haketmistir zilleti
Yaran’a uzanan eller kirilsin!
Koru Kur’an’ini, yasasin Islam,
Safasi, sifasi eylesin devam,
Hasta can çikmadan yalvarir Mevlam
Dermana uzanan eller kirilsin!..
Hazret-i Nuh gibi avaz eyleriz,
Ve "enni maglubun fentasir" deriz.
Ver nusrat elini tutsun elimiz
Subhana uzanan eller kirilsin!
Sukuti der, budur bir tek silahim,
Duamizi kabul eyle Allah’im.
Bir mujdeyle dogsun artik sabahim
Irfana uzanan eller kirilsin!
Nankorlere hurmet için seytanca
Furkan’a uzanan eller kirilsin!
Osman Topbas
Kaynak: Altinoluk dergisi, Ekim 1997
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:36   Mesaj No:34

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Besinci Sultan Murad

Babasi : Sultan Abdülmecid
Annesi : sevk efzâ Kadin Efendi

Dogumu : 21 Eylül 1840

Vefoti . 29 Agustos 1904

Saltanati : 1876'da (93) gün



--------------------------------------------------------------------------------

Besinci Murad da Istanbul'da dogdu. Degerli âlimler tarafindan yetistirildi. Siir ve Nesir üzerinde çalismalar yapti.Tahta çiktiginda 35 yasinda idi. Sultan Abdülaziz'i tahttan indirenler onu padisah yaptilar. Tahta çiktigi zaman akli muvazenesi tamamen bozuldu. Dünyanin en mütehassis doktorlarina teslim edilmesine ragmen iyilesemedi. Zamaninda Osmanli Tarihinin en büyük cinayeti islenmistir. Hüseyin Avni Pasa, Mithat Pasa ve kafadarlari, bir baska ihtilâl olur da Sultan Abdülazizi tekrar tahta çikarirlar korkusu ile Sultani hapsettikleri Feriye Sarayinda hunharca sehid ettiler.Bu hadiseden 11 gün sonra, Binbasi Çerkez Hasan Olayi oldu. Bir kabine toplantisinda Sultan Abdülaziz'in kayinbiraderi olan Binbasi Hasan Bey, Hüseyin Avni'yi, Hariciye Naziri Rasit Pasa'yi ve bir de subayi öldürdü.Böylece Hüseyin Avni'den enistesinin intikamini almis oldu.Devlet bu devrede Rüstü Pasa tarafindan idare edilmekteydi. Bu sirada ise devletin en büyük felâketi olan Osmanli - Rus Harbi basamak üzereydi. Besinci Murad Abdülaziz ile beraber Avrupa seyahatine çikmis ve bilhassa Fransa'yi yakindan tanir hale gelmisti. Mükemmel bir Fransizca biliyordu. Müsikisinasti. Fakat bütün bu meziyetleri tahta çiktiginda bir ise yaramadi. Akli muvazenesi bozuldugu için, devletin ileri gelenleri onu tahttan indirmek mecburiyetinde kaldilar. Hayatinin sonuna kadar Çiragan Sarayinda oturdu. Bir müddet sonra akli tamamen düzeldi. Hayati çiragan Sarayinda geçti. Yine bu sarayda 64 yasinda iken vefat etti. Yeni Camii yanindaki türbeye gömüldü. (Allah rahmet eylesin)

Erkek Cocuklari : Mehmed Selahaddin.

Kiz Cocuklari: Fehime Sultan, Fatma Sultan, Hadice Sultan.

Kaynak: Osmanli tarihi

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:38   Mesaj No:35

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

II. ABDULHAMID HAN

Osmanli pâdisâhlarinin otuzdördüncüsü, Islâm halîfelerinin doksandokuzuncusudur. Sultan Abdülmecîd'in ikinci oglu olup 1842'de dünyâya gelmistir.

Genç yasta dînî ve fennî ilimleri mükemmel bir sekilde ikmâl etti. Sâzeliyye tarîkati seyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarîkati seyhi Ebu'l-hüdâ Efendi'den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandirmistir.

Daha genç yasta zekâsi ve siyâsî kâbiliyetleriyle temâyüz etmis bulundugundan amcasi Sultân Abdülazîz Han, Misir ve Avrupa seyâhatlerinde O'nu da yaninda götürmüstü.

Çok nâzik idi. Herkesin gönlünü almasini bilirdi. Fevkalâde bir zekâ ve hâfizaya sâhibdi. Bir defa gördügü veya sesini isittigi kisiyi aslâ unutmadigina dâir kaynaklarda sayisiz misâller vardir. Alman birligini kurmus olan Prens Bismark rivâyete nazaran:

"Dünyâda yüz gram akil varsa, bunun doksan grami Abdülhamîd Han'da, bes grami bende, kalan bes grami da diger dünyâ siyâsîlerindedir..." demistir.

O'nun en büyük talihsizligi, devleti çok kötü sartlar altinda eline almis olmasidir. Buna ragmen hiç yilmadan, bikmadan müthis bir zekâ, sabir ve büyük bir mahâretle devleti, otuzüç sene ciddî bir kayba ugratmadan idâre etmistir.

Sultân Abdülazîz merhûm gibi büyük masraflari ve dis borçlanmayi mûcib olan harpçi bir siyâset takibi yerine, gelisen sanayî hareketleri dolayisiyla batida temâyüz etmis bulunan iki devleti karsi karsiya getirmek ve onlarin menfaat çatismalarini tahrîk ederek ülkeyi -âdetâ- bir sirat köprüsü üzerinde yürütmek, O'nun siyâsetinin temel esasi olmustur.

Bu sulhçu siyâsetin neticesinde yeni askerî yatirimlarin masrafindan kat'an nazar dis borçlarin 300 milyon altindan, 30 milyona indirilmesi saglanmistir. Abdülhamîd'in Almanlar'i Ingiliz siyâsî emellerine karsi mâhirâne bir sûrette kullanmasinin çok çesitli ve parlak tezâhürleri vardir. Medîne demiryolu imtiyâzinin Almanlar'a verilmesi ve stratejik bir mevkî olan Akabe'nin onlarin yardimiyla Ingilizler'den kurtarilmasi, bunun târihte en tipik bir misâlidir.



Abdülhamîd Han, 93 Harbi felâketinden aldigi dersle gayr-i mütecânis ve devleti parçalamaya sürükleyebilecek cereyanlarin müsâhede edildigi Meclis-i Mebûsân'i böyle bir felâkete mânî olabilmek için 1878'de süresiz olarak kapatmistir.

Mithat Pasa ve avanesinin sebep oldugu 93 Harbi felâketinin neticesinde Rumeli'de kaybedilen topraklardan pek çok müslüman ahâli, muhâcir olarak Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Bunlarin magdûriyetlerini istismâr ederek toplayabildigi bir kisim issiz-güçsüz takimiyla Çiragan Sarayi'na yürüyen Ali Suâvî, Sultân Abdülhamîd'i devirerek, bu sarayda mahbus bulunan V. Murad'i tekrar tahta geçirmeye tesebbüs etti. Sultan V. Murad, mason Mithat Pasa ve avanesi tarafindan tâ sehzadeliginden beri hususî bir sûrette yetistirilmisti. O da, akil hocasi Mithat Pasa gibi otuzüç dereceden bir masondu. Fakat hiç süphesiz bu teskîlata onun gerçek hüviyetini bilmeden girmisti. Bununla beraber serîrler, kendisi pâdisâh olsa menfûr emellerine daha kolay ulasacaklarini düsünüyorlardi. Ali Suâvî ise, Sulltan Abdülhamîd Han tarafindan Galatasaray Lisesi müdürlügünden bozuk siyâsî düsünceleri sebebiyle azledilmis bulunmanin igbirâri (gücenikliligi) ile haraket ediyordu. Gerçekten de Ali Suâvî, yavas yavas yahûdî siyâsî emellerinin hâkim olmasiyla Osmanli aleyhtarligina meyleden Ingiliz siyâsetinin kör bir âleti durumundaydi.

Besiktas muhâfizi yedi-sekiz Hasan Pasa'nin kafasina indirdigi bir sopa ile Ali Suâvî'nin can vermesi bu ihtilâl tesebbüsünün akîm kalmasini saglamistir. Ancak Sultân Abdülhamîd, bu ve benzerî vak'alar dolayisiyle mâruz bulundugu büyük tehlikeyi kavramis, devrinin sözde münevverlerinin hamâkat ve ihânetlerine ilâveten rum, ermeni ve yahûdîlerin kaynattiklari fitne kazani sebebiyle muârizlarinin "istibdâd" diye adlandirageldikleri siki bir dâhilî siyâset tâkibine mecbûr kalmistir.



Abdülhamîd Han, bu karisik iç bünyeye ragmen halkin huzûru ve ülkenin selâmetini saglayabilmek için bugünkü modern devletlere bile örnek olabilecek derecede sumüllü bir istihbarat teskilati kurmustur. Bu teskilâtta kendisine karsi bombali bir suikasti gerçeklestirmis bulunan ermeni asilli Jorris'i dahi bir istihbârât elemani olarak kullanmasi, sâyân-i dikkattir. Hattâ Ingilizler'in Madrit büyükelçileri vefât ettiginde, onun açilan çelik kasalarinda Sultân Abdülhamîd'le muhâbere hâlinde bulunduguna dâir vesâikin ortaya çikmasi, Ingilizler'i bu istihbârâtin kuvvet ve sumülü hakkinda dehsete sevketmistir. Kendisi tahttan indirildikten sonra azili muhâlifleri tarafindan Çiragan Sarayi'nin yakilmis bulunmasi da, O'nun bu müthis istihbârât teskilâti ile alâkalidir. Zîrâ bu sarayin bodrum katlari, lebâleb Sultân Abdülhamîd'e verilmis jurnallerle doluydu ve hiç süphesiz ki saray, onlari yok etmek için yakilmisti. Çünkü bu jurnaller, Ittihat ve Terakkî'nin ileri gelenlerini birbirine düsürecek mâhiyetteydi. Sathî bir nazarla bakildiginda, bunlarin birbirleri aleyhine Sultân Abdülhamîd Han'a jurnallik ettikleri ortaya çikmaktadir.

Bu jurnal keyfiyeti dolayisiyle de Sultân Abdülhamîd, muârizlari tarafindan haksiz ve çirkin bir sûrette itham edilegelmistir. Gûyâ ulu orta verilmis saçma-sapan jurnallere istinâden birçok insani sürgüne gönderdigi pek çok yazilip söylenmistir. Bu hususdaki gerçegin lâyikiyle kavranabilmesi ve merhûmun dirâyet, liyâkat ve hassasiyyetinin anlasilabilmesi için bir tek misâl zikredelim:

Birgün yüksek seviyede bir me'mûrun Çiragan Sarayi önünden geçerken gûyâ:

"–Âh Sultân Murâd Efendimiz!.. Sen basimizda olsaydin, böyle mi olurdu?!."

meâlinde bir söz söylemis oldugu yolunda bir jurnal alinmis ve bundan dolayi da o me'mûrun Fizan'a sürgün edilmesi hususunda irâde-i seniyye sâdir olmustu. Buna îtiraz eden Sadrazam Saîd Pasa:

"–Efendimiz, bu ne hâldir, anlayamiyorum?!. Bu me'mûrun takriben alti ay önce ihtilâs (rüsvet) cürmü sâbit oldugu halde onu afvetmistiniz.. Simdi ise, enti-püften bir jurnale istinâden onu sürgüne gönderiyorsunuz?!." demesi üzerine, o koca Sultân Sadrazam'a su cevâbi vermistir:

"–Hayir Pasa Hazretleri, ben onu bu jurnalden dolayi sürgüne göndermiyorum! Asil sebep, o zikrettiginiz ihtilâs cürmüdür. Esâsen bu jurnali de kasden kendim verdirttim. Lâkin onu, alti ay evvel böyle bir tertibe bas vurmadan cezâlandirsaydim, yalniz kendisini degil, çoluk-çocuk ve akrabâlarini da cezâlandirmis olurdum. Onlar da es ve dostlarina karsi mahcûb olurlardi. Simdi ise, bu adami gûyâ benim istibdâdima karsi çikmis bir insan sifatiyla kahraman telâkkî edecekler. Böyle olmasini tercih ettim!.."

Bu öyle bir hâdisedir ki, O'nun devri için sürüp gelen hakli-haksiz tenkîdlerin degerlendirilmesinde bize büyük bir isik tutar.



__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:39   Mesaj No:36

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultân Abdülhamîd'in kalbî rikkatini kavramaya yarayacak bir hâdise de sudur:

Sultan Abdülazîz'in sehîd edilmesinden bes sene geçmesine ragmen halk, bu menfûr hâdiseyi unutmamisti. Kâtillerin yakalanip cezâlandirilmasini istiyordu. Bu umûmî arzu üzerine Yildiz'da hususî bir mahkeme kuruldu. Bu mahkemede Mithat Pasa, Hüseyin Avni Pasa ve daha bazilarinin Abdülazîz Han'in kâtili olduklari sâbit oldu. Mahkeme bunlar hakkinda îdam cezâsi verdi. Ayrica Plevne kahramani Gâzî Osman Pasa ve Ahmed Cevdet Pasa gibi sahsiyetlerin dâhil oldugu kirk kisilik mûteber bir hey'ete de bu karar bir kere daha tedkîk ettirildi. Onlar da, müttefikan karâri isâbetli gördüklerini beyân ettiler. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd Han, îdâm cezâlarini sürgüne tahvîl etti. Fazladan olarak da suçunu îtiraf etmis bulunan Mithat Pasa'nin cebine sürgüne giderken 800 altin harçlik koydu. Insan, hâdiselerin içyüzüne vâkif olunca, bu büyük merhametli pâdisâha karsi dil uzatanlari aslâ afvedip hos göremez!..

Sultân Abdülhamîd Han'in Dünyâ çapinda ithâmina vesîle olan sebeplerden biri de, devrinde basgösteren ermeni mes'lesidir. Ermeniler, ülkemizde yasayan gayr-i müslim teb'a arasinda bizim örf ve âdetlerimizi benimsemek yönünden müstesnâ bir durumda idiler. Asirlarca "teb'a-i sâdika" olarak yâdedilmislerdi. Fakat günün birinde kendilerini kullanarak siyâsî emellerine ulasmak isteyen Ruslar'in propagandalarina muhâtab olarak sadâkatten ayrildilar. Ilk önce Rus tahrikiyla baslayan ermeni kipirdanislari, sonradan bütün hiristiyan bati devletlerinin alâkasini celbetmis ve onlar da bu ihtilâfa dâhil olmuslardir.

Bu maksadla ermenileri silâhlandiran Ruslar'in faâliyetini ve bunun nihâî gâyesini görmekte gecikmeyen dâhî Sultân Abdülhamîd Han, ermenileri toplu olduklari bölgelerden saga sola cebrî bir sûrette göç ettirmek gibi bir tedbire bas vurmustur. Fakat bu kadar mâsumâne bir hareket, yahûdî destegi ile de beslenerek onun aleyhinde beynelmilel bir propaganda tezgahlanmasini intâc etmistir. Neticede kendisine Viyana'da îmâl edilerek gönderilmis bir kupa arabasina îmâlât esnasinda uzun bir zamana ayarlanmis saatli bir bomba yerlestirilmis ve bu bomba, kendisinin seyhulislâm ile Cum'a namazi hitâminda mûtâd hârici üç-bes dakika ayaküstü konusmasi sebebiyle o daha arabaya binmeden Yildiz Câmî-i Serîfi önünde infilâk etmis, asker, sivil bir çok insan ölmüs ve yaralanmistir. Herkesin telâsa kapildigi o hengâmede Sultân Abdülhamîd Han, sükûnetini muhâfaza ederek:

"Korkmayin, korkmayin!.."

diye bagirmis ve arabanin seyis mahalline oturarak ecnebî sefirlerin alkislari arasinda atlari kirbaçlayip sarayina avdet etmistir.

Devrinin sözde münevverlerinin gafletine bakiniz ki, Belçikali ermeni Jorris'in tertibi eseri olan bu suikati alkislayanlar görülmüstür. Hattâ zamanin gözde sâiri Tevfik Fikret, bu hâdiseyi anlatan 'bir anlik gecikme' anlamindaki "Bir Lahza-i Teaahur" isimli siirinde suikastçiyi 'sanli avci' diyerek tebcil etmekte ve suikasdin muvaffakiyetsizlikle neticelenmesinden dogan teessürlerini terennüm etmekteydi. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd'in kendisine karsi en küçük bir mukâbelesini tarihler kaydetmemektedir.



__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:41   Mesaj No:37

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultân Abdülhamîd devrinin gâilelerinden biri de o siralarda filizlenmeye baslayan yahûdî mes'lesidir. 1982 yilinda Isviçre'nin Bazel sehrinde 'ilk siyonist kongresini' toplamis olan Teodor Hertzel, daha önce yazdigi "Yahûdî Devleti" isimli kitâbiyla dünyâ yahûdîlerinin Filistin'de yeniden toplanmalari gerektigi yolunda tesebbüse geçmis ve bu gâye için o gün dünyânin en büyük zengini olan yahûdî Roçilt âilesinin destegini saglamisti. Onun namina iki kere Türkiye'ye gelen ve yahûdîlerin Filistin'e avdet edip orada ikâmet eylemeleri mukâbilinde Osmanli Devleti'nin dis borçlarini ödemek teklifini Roçilt namina Sultân Abdülhamîd'e arzetmis olan Hertzel'in, O'nun çelik gibi sert irâdesine çarparak redde mahkûm olmasi sebebiyle, yahûdîler tarafindan bütün dünyâda o büyük hükümdar için bir karalama kampanyasi baslatilmistir.

Bu kampanya sebebiyledir ki, otuzüç senelik saltanati boyunca hiç kimsenin burnunu kanatmamis, ancak ana ve babasini öldürmüs olan bir cânî disinda normal mahkemelerce verilen îdâm cezâlarini bile tenfiz ettirmemis, kendisine suikast yapan bir haremagasini ve hattâ ermeni Jorris'i dahî afvetmis bulunan Sultân Abdülhamîd Han için haksiz ve mesnedsiz bir sûrette 'kizil sultan' lakabi, meshur ve harciâlem bir hâle getirilmistir. Hayfâ ki, yahûdîlerin îcâd edip ermenilere armagan ettikleri bu iftirâ, böyle ecnebî kimselerden ziyâde vatanin o gün bugündür bir çok talihsiz Türk asilli nesilleri arasinda da revaç bulmustur.

Filistin'e göç edip yerlesmek gibi ilk nazarda mâsumâne görünen arzularinin Sultân Abdülhamîd tarafindan mutlak bir sûrette redde mahkûm oldugunu gören yahûdîler, o mübârek sahsiyeti bertaraf etmedikçe emellerine ulasamayacaklarini anlamakta gecikmediler. Bundan dolayidir ki, önce Istanbul'da ve sonra da yahûdî muhiti Selânik'te temerküz eden Ittihat ve Terakkî cemiyetini kurdurarak vatanin bir kisim bedbaht evlâdlarini bir propaganda sisinde bogdular.

Tehlikeyi gören Sultân Abdülhamîd, yahûdîlerin Filistin'de toprak satin almalarini yasakladigi gibi, onlarin bu emellerine muvâzaa yoluyla ulasmalarini engellemek için de, her arâzîsini satmak isteyenin yerini sahsî parasiyla satin alarak "emlâk-i sâhâne" hâline getirmistir. Filistin Çiflikât-i Sâhânesi böylece vücûda gelmistir. Sultan Abdülhamîd bunlara ilâveten oradaki müslüman nüfûsu da artirma yoluna gitmistir.

O sirada Rus tahrikiyle tesekkül etmis çeteler, Balkanlar'i cadi kazani hâline getirmis bulunuyordu. Bunlarla mücâdele eden birliklerin birtakim subaylari, Ittihat ve Terakkî ve onun arkasindaki yahûdîlerce igfâl edilmislerdi. Bunlar isyân ederek Abdülhamîd Han'i II. Mesrûtiyet'in ilânina zorladilar.

Abdülhamîd Han, yeni bir kânûn-i esâsî hazirlatip tatbik etmeyi düsünüyordu. Fakat gayet buhranli ve ihtilâl hazirliklarinin yapildigi karisik bir ahvâl içinde buna firsat bulamamisti. Mecbûren eski kânûn-i esâsîyi yürürlüge koydu.

Meclis-i Meb'ûsân 17 Aralik 1908'de toplandi. En azili Osmanli düsmanlari dahi meb'ûs seçilerek meclise girmisti. Hatta ne hazîndir ki, mecliste azinliklarin te'sîri müslüman meb'ûslardan daha çoktu.

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:42   Mesaj No:38

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Ittihat ve Terakkî iktidari, kisa zamanda halkin umûmî sûrette nefretini kazandi. Karsilastigi tenkîdleri siddetle bastiriyor ve muhâliflerini gazeteci veya fikir adami demeden suikastlerle yok ediyorlardi. Bu durum, zuhûr eden nefreti had safhaya çikarinca, kendi iktidarlarini korumak için sâdik adamlari sandiklari avci taburlarini Rumeli'den getirip Taskisla'ya yerlestirdiler. Ancak bunlarin baslarindaki subaylar, kisa zamanda Beyoglu âlemleriyle siyâset girdabina sürüklenip askerleriyle alâkalarini kestiler. Serbest kalan avci taburlari efrâdi, halkla temas edince, Ittihat ve Terakkî'nin irtikâb ettigi mel'ûnâne zulüm ve hiyâyetlerini ögrenerek kendilerini korumaya me'mur olduklari bu kadroya karsi ayaklandilar. Istanbul'da birkaç gün terör hâkim oldu. Bazi Ittihat ve Terakkî milletvekilleri sokak ortasinda katledildi. Iste 31 Mart Vak'asi denilen hâdise budur. Bu ayaklanma sebebiyle iktidarlarini tehlikede gören Ittihat ve Terakkî, Rumeli'den "Hareket Ordusu" denilen çogu rum, ermeni ve yahûdî çapulcusu onbes bin kisilik bir kuvveti Istanbul üzerine sevk ettiler.

Sultân Abdülhamîd, bu gürûha karsi -maalesef- asiri merhameti sebebiyle hareketsiz kaldi. Halbuki sarayinin etrafinda iyi tâlim ve terbiye görmüs otuz bin asker vardi. Neticede tâc ve tahti için su hengâmede bile kan dökmeye râzi olmayan Sultân Abdülhamîd, Hareket Ordusu'na arkalanan Ittihat ve Terakkî hükûmetince hal' olunarak tahttan indirildi. Usûlen tanzîm edilen fetvâ da, tamamen haksiz ve mesnedsizdi. Kendisine bulunabilen kusur, "kütüb-i mu'tebere-i dîniyyeyi cem' u ihrâk", yâni mûteber dînî kitaplari toplatip yaktirmakti.

Bu bühtanin asli sudur: O zaman Kur'ân-i Kerîm'in sahislarca basim ve yayini yasakti. Kur'ân-i Kerîm'i devlet bastirir ve parasiz dagitirdi. Sahislarin Kur'ân-i Kerîm tab'inda gereken ihtimâmi gösteremeyecekleri düsüncesiyle konulmus bulunan bu yasaga ragmen Kur'ân-i Kerîm tab' olursa, bunlar müsâdere edilip ihrâk olunur (yakilir), külleri de îtinâ ile çignenmeyecek bir topraga gömülürdü.

Diger taraftan, hal' fetvâsi âid oldugu makamdan sâdir olmamistir. Bu maksadla parlementoya celbedilen ve kendisine baski tatbik edilen fetvâ emîni Haci Nûrî Efendi, Pâdisâh'in hal'i için kâfî bir ser'î sebep mevcûd olmadigini beyândan sonra:

"Hal' mes'ûmdur (ugursuzdur)! Sultân Abdülazîz hal' edildi. Arkasindan koca Rumeli elden gitti. Rumeli'den milyonlarca muhâcir Istanbul'a geldi. Medrese ve câmîler, lebâleb bunlarla doldu. Ben o zaman medrese talebesiydim. Yetîm çocuklari sirtimda tasimaktan omuzlarim çürümüstü. Mâdem ki ille de Pâdisâh'in hal'ini arzu ediyorsunuz, kendisine arzediniz; O, kendi kendisini azletsin!.." dedi.



Bu münâkasaya sâhid olan Talat Pasa, ipin ucunun elinden kaçacagini anlayinca, ulemâdan olan milletvekillerine istenilen fetvâyi vermeleri için baski yapti. Bu baski neticesinde tefsir sâhibi Elmalili Hamdi Efendi'nin takrîri (söyleyip yazdirmasi) ile Sultân Abdülhamîd Han hakkindaki mâhut hal' fetvâsi ortaya çikti.

Hazindir ki, bu keyfiyeti Sultân Abdülhamîd'e teblig için parlementoca seçilmis bulunan dört kisilik hey'ete israrla Selânik meb'ûsu yahûdî Emanuel Karassou Efendi kendisini de dâhil ettirmisti. O koca Sultân, bu hey'ette su yahûdî çifiti da görünce, digerlerine dönüp:

"–Sizler müslümansiniz! Beni halîfe olarak görüp görmemeyi arzu etmek hakkinizdir. Lâkin bu yahûdînin aranizda isi ne?!." demekten kendini alamadi.

Onlar da, bu söz üzerine baslarini önlerine egdiler. O zaman Sultân, bütün bu olanlarin mukadderât îcâbi oldugunu düsünerek:

"Bu, azîz ve alîm olan Allâh'in takdîridir..." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.

Azledildikten Sonra...

Hal' edilmesinin hemen ardindan Sultân, kasden bir yahûdî muhiti olan Selanik'e gönderilip orada zengin bir yahûdî âile olan Alâtîn-i Biraderler'in kösküne hapsedildi. Burada siradan bir adama bile revâ görülmeyecek zulüm ve baskilar altinda tutuldu. Çoluk-çocuk bütün âile efrâdi günlerce aç birakildi. "Emlâk-i sâhâne"si millîlestirildigi (!) gibi, menkul serveti de tamamen elinden alindi. Hareket Ordusu, Istanbul'a geldiginde Pâdisâh'in tahttan indirilmesini mutaakiben Yildiz Sarayi'ni tamamen yagmalayarak zenginlesmis bulunan subaylar, bir de bu sürgün hâdisesinden sonraki yagma ile "orduya hediye" (!) adi altinda âdetâ büyük bir servete kondular. O derecede ki, takriben on yil sonra Sultân Vahidüddîn merhûmun tâlimati ile yapilan tahkîkatta ortaya çikan tablo yüz kizarticidir. Yagmagir ve hirsizlarin listesi, Hareket Ordusu Mahmud Sevket Pasa'dan baslayarak en küçük zâbite kadar kocaman bir liste teskil etmis, fakat o buhranli zamanda bu hiyânetin hesâbini sormak -maalesef- mümkün olmamistir.

Sultân Abdülhamîd Han'i bertaraf eden Ittihat ve Terakkî erkâni ülkeyi câhilâne bir sûrette idâre etmeye basladi. Yumusak huylu pâdisâh Sultân Resâd, kendilerinin elinde âciz bir kukladan farksizdi.

Ittihat ve Terakkî hükûmetinin gaflet ve cehâletleri, birçok aci felâketlere sebeb oldu. Trablusgarb'daki mahallî mukâvemet devâm ederken Balkan Harbi çikti. Ordunun hiçbir ciddî hazirligi ve istihbarati yoktu. Düsmanin sür'atle ilermesi karsisinda Selânik'i tehlikede gören Ittihat ve Terakkî hükûmeti, Sultân Abdülhamîd'i oradan Istanbul'a nakletmek tesebbüsünde bulundu. Sultân Abdülhamîd, ne sebeple Istanbul'a nakledilmek istendigini sorunca, kendisine karsi karsiya bulunduklari askerî tehlike nakledilerek, düsmanin Selânik'e yaklasmakta oldugu bildirildi. Pâdisâh'in dis dünyâ ile yillardan beri bütün alâkasi kesilmis bulundugundan olup bitenlerden haberi yoktu. Durumu ögrenince dehsete kapildi ve:

"–Gâlibâ siz kiliseler mes'elesini hallettiniz!.." diye hicranla haykirdi.

Ardindan bunu kendisine haber veren Râsim Bey'e büyük bir öfke ile:

"Râsim Bey! Râsim Bey!.. Selânik demek, Istanbul'un anahtari demektir! Ordumuz nerede, askerimiz nerede?.. Ecdâd kanlariyla sulanan bu topraklari nasil terkederiz? Biz buralari birakip gidersek, târih ve ecdâd bizim yüzümüze tükürmez mi?.. Birâderim Hazretleri, buranin tahliyesine râzi mi oldular? Nasil olur? Hayir, ben râzi degilim!... Yetmis yasimda olduguma bakmayin! Bana bir tüfek verin, asker evlâdlarimla beraber Selânik'i son nefesime kadar müdâfaa edecegim..." dedi.

Fakat kendisine Sultân Resâd'in selâmi ve ricâsi iletilince, bir Osmanli hânedâni mensûbu olmanin mes'ûliyeti ile Pâdisâh'in irâdesine boyun egmek zorunda kalarak Istanbul'a nakledilmeyi kabul ederken, büyük bir teessür içindeydi.

Dogruydu. Balkan kavimlerinin aralarinda bir ittifak kurulmasinin asil sebebi, kiliseler mes'elesinin halledilmis olmasiydi.

Oysa Abdülhamîd Han, Istanbul'da Balat'taki Rum ortodoks patrikliginin karsisina bunlarin Rum patrikligine muâdil ve onunla ayni hukûka sahib "erksahlik" adiyla Bulgar kilise riyâsetini te'sis etmisti. Patrikhâne demek olan bu müessesenin binasini da, bir gecede monte ettirmisti.

Bu surette Bulgar kilisesi, Sultân Abdülhamîd'in bu siyâsî manevrasi ile teessüs etmis oldu. Bu bir ihtiyaç oldugu ortaya çikinca, Bulgar ve Rumlar'in müstereken oturduklari yerlerde kavga basladi.

Gâfil Ittihatçilar, is basina gelince, "kiliseler kanunu" denilen bir kanun çikardilar. Rum ve Bulgarlar'in müstereken yasadiklari yerlerdeki kiliseleri onlar arasinda taksimi için nüfûs ekseriyetini esas aldilar. Sayim yaptilar. Hangi taraf ekseriyette ise kiliseyi hükûmet kuvvetlerini kullanarak o tarafa teslim edip kilisesiz kalan tarafa da iki sene içinde devlet parasiyla yeni bir kilise yaptirarak aralarindaki ihtilâfi bertaraf ettiler.

Bu surette kiliseler kavgasi hitâma erince, Bulgarlar ve Yunanlar, birkaç yil içinde dost olduklari gibi, ezelî düsmanimiz Sirplilar'i da yanlarina alarak Balkan Harbi'ni baslattilar.

Ittihat ve Terakkî hükûmetlerinin cehâlet ve hiyânetleri saymakla bitmez... Sultân Abdülhamîd Han'in artik yahûdî güdümüne girmis bulunan Ingiliz siyâsetine karsi Almanlar'i tahrîk etmesinin mâhiyyetini anlayamayan Ittihatçilar, Balkan Harbi'ni mütaakiben ortaya çikan I. Cihan Harbi'ne de Almanlar'in yaninda girmek ahmakligini gösterdiler. Hem de bir yahûdî emr-i vâkîsi ile...

Ittihatçilar, düsman tazyîkindan kaçiyormus gibi yaparak Çanakkale Bogazi'ndan içeriye giren Goben ve Breslaw isimli iki Alman zirhlisini gûyâ onlari satin aliyorlarmis gibi göstererek müttefiklerin protestolarindan kurtulmak istediler. Bu gemilerin filo kumandani Amiral Suson yahûdî asilli idi. Hususî bir tâlimatla hareket ediyordu. Gemi efrâdinin Istanbul'da sikildigini söyleyerek Karadeniz'e açilmak müsaadesi istedi. Artik Osmanli bayragi çekmis olan bu gemilere bir Türk kumandan tâyin edilmemisti. Amiral Suson, Karadeniz'de bir Rus nakliye gemisine taarruz ederek Osmanli Devleti'ni bu emr-i vâkî ile harbe soktugu zaman, bundan, Enver Pasa disinda hükûmet erkânindan hiç kimsenin haberi yoktu.

Henüz Balkan Harbi fâciasinin yaralari sarilmamisken sirf Almanlar'in yükünü hafifletmek maksadiyla Osmanli Devleti'nin hazirliksiz bir surette harbe dâhil olmasi, yikilisin en korkunç âmili olmustur.

Harbin sonu belli olmaya basladigi hengâmede, Sultân Abdülhamîd'i devirmekle hatâ ettiklerini nihâyet anlayabilen Ittihat ve Terakkî reisleri Enver ve Talat Pasalar, artik Beylerbeyi Sarayi'nda ikâmet etmekte bulunan mahlû (tahttan indirilmis) Pâdisâh'i ziyâret edip fikrini sordular. O koca Sultân, bir atlas getirterek onlara, Ingiliz sömürgelerini göstertti. Nüfûslarini yekûn ettirdi. Sonra Almanlar'in sömürgelerini sordu. Tâbi Almanlar'in sömürgesi olmadigi ortaya çikti. Sultân keder dolu bir hüzünle:

"–Su hesâbi da mi yapamadiniz?!. Hiç Ingiltere'ye karsi Almanlar'in yaninda harbe girilir miydi? Ben Almanlar'i Ingiliz emellerini dengelemek için kullandim. Bundan öteye birsey düsünmedim. Simdi fikrimi soruyorsunuz!.. Bu evvelce gerekliydi; artik çok geç!.." dedi.

Ikisi de nemli gözlerle sarayi terkederlerken:

"–Bizler böyle bir sultanin kiymetini takdîr edemedik! Ne büyük bir hatâya düstük!.." diyorlardi.


a
Çanakkale Harbi esnasinda düsman donanmasinin Marmara Denizi'ni geçebilecegi endisesi ile tedbir olarak pâdisâh ve hükûmetin Eskisehir'e nakli kararlastirilmisti. Abdülhamîd Han, durumdan haberdar olunca bunu büyük bir cesâret ve secâatle redderek:

"–Ben Fâtih Sultan Mehmed Han'in torunuyum!.. Hiçbir zaman Bizans imparatoru Kostantin'den asagi kalamam! Dedem Fâtih Istanbul'u alirken, Kostantin askerinin basinda savasa savasa ölmüstür. Birâderim nereye giderlerse gitsinler.. Fakat bilinmelidir ki, o ve hükûmet, Istanbul'dan ayrilirlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben, Beylerbeyi Sarayi'ndan ayagimi disariya atmam!" dedi.

Nitekim O'nun bu kararliligi karsisinda pâdisâh ve hükûmet Istanbul'da kaldi. Böylece devletin daha o gün yikilmasi önlenmis oldu.

Son derece yogun, yorgun ve çileli bir ömürden sonra Abdülhamîd Han, yetmis yedi yasinda 10 Subat 1918'de rahmet-i Rahmân'a kavustu. Mekâni cennet olsun!.. Rahmetullâhi Aleyh..


a
Ulu Hâkan, 1918'de vefât ettigi zaman bütün magdur ve mazlûm millet yas baglamis, bütün Istanbul halki görülmemis mahserî bir kalabalikla O'nu dîvân yolundaki türbesine defnederek Âhiret'e yolcu ederlerken bazilari:

"Bizi birakip nereye gidiyorsun Ulu Hakan?" diyerek agit yakmislardir.

Kendisine karsi en çirkin ve siddetli muhâlefeti göstermis bulunanlar bile, zamanla ve arkasindan sökün etmis olan fâcialarin îkâziyla uyanarak nedâmet hislerini terennüm etmislerdir. Bunlardan biri olan filozof Rizâ Tevfîk'in de kulaktan kulaga yayilip meshur olmus bulunan Abdülhamîd-i Sânî'nin Rûhâniyetinden Istimdâd isimli si'rini dikkatlerinize sunalim:

Nerdesin sevketli Abdülhamîd Han?

Feryâdim varir mi bârigâhina?..

Târihler adini andigi zaman;

Sana hak verecek ey koca Sultan!

Bizdik utanmadan iftirâ atan;

Asrin en siyâsî Pâdisâhina!..

Pâdisâh hem zâlim hem deli dedik;

Ihtilâle kiyâm etmeli dedik;

Seytan ne dediyse biz "belî" dedik;

Çalistik fitnenin intibâhina...

Dîvâne sen degil, meger bizmisiz;

Bir çürük iplige hülyâ dizmisiz;

Sâde deli degil, edebsizmisiz;

Tükürdük atalar kiblegâhina!..

Nâdimlerden biri olan Süleyman Nazif de nedâmet hislerini söyle ifâde eder:

Kaç zamandir gelmemisken yâda biz;

Iste geldik Sen'den istimdâda biz;

Hasret olduk eski istibdâda biz!..


a
Filistin'in ilk mazlûmu Abdülhamîd Han'dir. Çünkü hal'i O'nun Filistin mes'elesinde yahûdî Teodor Hertzel'e mukâvemeti sebebiyle gerçeklesmistir.

Vefâti ile bütün Islâm âlemi âdetâ yetim kalmistir. Çünkü gerçek mânâsiyla hilâfeti ayakta tutan O idi. Kendisinden sonra -askerî gâileler sebebiyle- bir daha bu dirâyeti göstermek mümkün olmamistir. Gerçekten Sultân Abdülhamîd, 1900 yilinda Çin'de milliyetçi bir grup tarafindan Alman büyükelçisi Kettler katledilip büyük bir bati aleyhtari hareket baslayinca, "Boxer Isyâni" denilen bu hâdise dolayisi ile Wilhem'in kendisinden yardim istemesini bahane ederek oraya bir "nasîhat hey'eti" göndermis ve Pekin'de uzun müddet faâliyet gösterecek olan "Hamidiyye Üniversitesi" adiyla bir dînî tedris müessesesi kurmustur.

Yine Japonya'ya, tarihimizde "Ertugrul Fâciasi" diye bilinen bir ilmî hey'et gönderip Islâm'i oralara kadar yaymak ve hilâfet nüfûzunu âlem-sumül bir duruma getirmek yolunda yürüyen Sultân Abdülhamîd'in su Islâmci siyâsetinin sumül ve kuvvetini anlayabilmek için, Medîne-i Münevvere'ye kadar dösetmis oldugu demiryolu hattinin, devlet kesesinden bir kurus çikmadan sirf dünyâ müslümanlarinin yardimlariyla gerçeklesmis bulundugunu hatirlamak kâfîdir.

Sultân Abdülhamîd, o ileri görüslü insandi ki, Amerika'da horlanan zencilerin maruz kaldiklari zulümlerden istifâde ile onlari Islâm'a çekmek maksadiyla oraya propagandacilar gönderdigi ve bugünkü zenci-müslüman varliginin tesekkülüne âmil oldugu da bir gerçektir.

Oturdugu yerden dünyâyi fotograflarla tâkib eden ve bundan dolayi bugün kendisinden üç binden ziyâde albüm kalmis bulunan Sultân Abdülhamîd, zamaninda dünyâdaki bütün gelismeleri harfiyyen tâkib etmekteydi. Meselâ 1904 Rus-Japon harbinde dünyâda hiçbir Allâh kulu Japonlar'in gâlip gelecegine ihtimal vermezken O, uzak sarka gitmek üzere bogazdan geçen Rus gemilerinin, Sadrazam'ina geri dönmeyeceklerini söylemistir. Hattâ bu harbi meshur Pertev Pasa vâsitasiyla günü gününe tâkib ederek Ruslar'in Japonlar'a maglûb olmasinin kendi devleti hesâbina kazançli neticelerini devsirmekten geri kalmamistir.

Son söz olarak su husûsu belirtmeliyiz ki, Sultân Abdülhamîd, O'nun mübârek sahsiyeti, siyâsetinin incelikleri ve zamaninin dâhilî ve hâricî gâileleri böyle makale hacimli yazilara sigmaz... O umûm milletin müstehak oldugu musîbetleri bertaraf için bir beser tâkatinden umulmayacak derecede gayret gösterdigi hâlde, netice serîrlerin galebesi sûretinde tahakkuk etmisse, bunu kader perspektifinden bakmadikça anlamak mümkün degildir. Böyle bir dirâyet içinse, kendisinin su sözünü okuyucularimiza yardimci olabilecegi düsüncesiyle zikrederek yazimiza nihâyet verelim:

O, Hareket Ordusu'na karsi hareketsiz kaldigi yolundaki tenkidlere cevâben buyurmustur ki:

"–O gürûhun önünde Hizir -aleyhisselâm-'i görmesem, böyle yapmazdim!.."

Abdülhamîd Han'in dindarligi, hizmetleri, merhameti, zekâsi ve kâbiliyeti destanliktir. O'nun ihlâsini su hâtira ne güzel ifâde eder:

Sultan Abdülhamîd Han, âcil bir is zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandirilmasini ister, ertesi güne birakilmasina rizâ göstermezdi. Bu hususda mâbeyn baskâtibi Es'ad Bey, hâtirâtinda söyle demektedir:

"Bir gece yarisi, çok mühim bir haberin imzâsi için Sultân'in kapisini çaldim. Fakat açilmadi. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldim, yine açilmadi. diye endiselendim. Biraz sonra tekrar çaldim; bu sefer kapi açilarak Sultân, elinde bir havlu ile kapida göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti:

"Evlâd! Bu vakitte çok mühim bir is için geldiginizi anladim. Kapiyi daha ilk vurusunuzda uyanmistim, ancak abdest aldigim için geciktim; kusura bakma!. Ben bu kadar zamandir milletimin hiçbir evrakina abdestsiz imzâ atmadim... Getir imzâliyayim!.." dedi.

Ve "besmele" çekerek evrâki imzâladi."

Hattâ zevcesi, Abdülhamîd Han'in bu husûsiyetiyle alâkali olarak, O'nun yataginin basinda dâimâ temiz bir tugla bulundurdugunu ve bununla yataktan kalktiginda çesme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm aldigini, sebebini sordugunda da kendisine:

"Bunca müslümanlarin halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.." dedigini nakleder.

Mâbeyn kâtiplerinden Abdülhamîd Han baglilarindan olmayan birisi de hâtirâtinda su câlib-i dikkat hâdiseyi anlatir:

"Bir aksamdi. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmistim. Gelen mektub, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertibleyip huzûra çikmak üzre iken bir telgraf geldi. Istanbul Lâleli Postahanesi me'mûrlarindan birinin Hünkâr'a çektigi bir telgrafti bu:

Bîçâre me'mur, karisinin o gece dogum yapacagini ve dogumun da tehlikeli olacagina dâir doktorlarin îkâz ettigini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadigini, bu sebeple merhamet-i sâhâneye sigindigini, bildiriyordu.

Ben de bunu pek kayda deger görmeyerek zât-i sâhâneye verecegim listenin içerisine almadim.

Ancak huzûrda, Pâdisâh âdeti üzere herseyi ayri ayri gözden geçirdikten sonra ilâve etti:

"–Baska birsey var mi?"

"–Kayda deger birsey yok efendim!" dediysem de Sultân'in israrla suâlini tekrarladi ve:

"–Sen kayda deger saymadigini da söyle!" dedi.

Bunun üzerine mâlum telgraftan bahsettim. Arza degmeyecegini düsünerek listeye almadigimi bildirdim. Hüzünlenerek tâlimat verdi:

"–Hemen getiriniz!"

Saskin bir vaziyette telgrafi getirdim. Sultân, orada yazilanlari dikkatle okudu. Ardindan düsündügümün tam aksine derhal saray doktorunu çagirtarak bana döndü:

"Derhal beraberce Lâleli'ye gidiniz ve dogum yapacak olan kadincagiza gerekli müdâheleyi yaptiriniz!" diye ferman buyurdu.

Sultân'in bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazîfemizi yerine getirip hastaneden döndügümüzde ise, vakit sabaha yaklasmisti. Saraya girince, kapinin sesinden bizi farkeden Sultân, perdeyi araladi ve eliyle "gelin" diye isâret etti.. Odasinin isiklari yaniyordu. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile mesgul olmustu.

Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Oldugu gibi anlattim:

"–Sultânim, dogum bir hayli müskil oldu. Ancak mütehassis doktorlarin gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh.. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adini da Abdülhamîd koydular. Sabaha kadar gözyaslari içinde zât-i âlînizin ömür ve devletlerine duâ ettiler..."

Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babasi olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir "elhamdülillâh" dedi. Sonra paravananin arkasina geçerek iki rek'at namaz kildi.

Osmanli Devleti'nin 620 senelik san ve seref dolu târîhini sâir ne güzel hulâsa eder:


Kimdim?
A'sâra sorarsan, beni söyler sana kimdi?

Bir baska denizdim, kürenin rub'u benimdi!..

Mermîler, alevler beni bir kal'a sanirdi,

Efserlerin enkâzi uçar, dalgalanirdi...

Cevvâl atimin kanli, kivilcimli izinde,

Bir umk idi aksim ebediyyet denizinde.

Çarpardi gögün kalbi hilâlin avucunda,

Titrerdi yerin tâlii mermîmin ucunda...

A'sâr elimin çizdigi mecrâdan akardi,

Üç kit'ada magrûr atimin izleri vardi...

Fevkinde uçarken o nesîbin, bu firâzin,

En sanli hükümdâr-i hurûsânina arzin

Tek bir nazarim berk-i inâyetti, keremdi;

Iklîli hediyyemdi, ekaalîmi hibemdi...

........

Dünyâ bilir iclâlimi, "ben böyle degildim!"

Osman Topbas
Kaynak: Altinloluk dergisi, Kasim/Aralik 1997

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:43   Mesaj No:39

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultan Mehmed Resad

Babasi : Sultan Abdülmecid
Annesi : Gülcemal Kadin Efendi

Dogumu : 2 Kasim 1844

Vefati : 3 Temmuz 1918

Saltanati : 1909 - 1918 (9) sene



--------------------------------------------------------------------------------

Besinci Mehmed Resad Istanbul'da dogdu.Orta boylu, mavi gözlü ve beyaz tenli idi. Siirle de mesgul oldu. Fakirlere ve hastalara çok yardim ederdi. Tarih kitaplarini okumaktan zevk alirdi. Çok kuvvetli bir hafizaya sahipti.Babasi onun tahsiline cok ehemmiyet verdi.Daha ziyade sark ilimleri ile mesgul oldu.Sultan Devrinde idareye hiç tesiri olmuyordu.Daha ziyade devlet pasalarin ellerindeydi. Mesrutiyet ilân edilmis ve Meclis-i Mebusan karari müessir olarak bulunuyordu.Bu devirde 1910 senesinde Arnavutluk isyani bastirildi. 1912'de Balkan Harbi basladi.1914'de Almanlarin safinda, Birinci Dünya Savasina girildi. 1915'de Müttefikler hemen bütün taarruzlari durdurdu. Ingilizler ve Fransizlar Çanakkale'de 130.000 ölü verdiler.1916'da Çanakkale'yi geçemiyeceklerini anlayan Ingiliz ve Fransiz kuvvetleri çekildiler.1917'de yapdan antlasma ile Rusya, Kars,Batum ve Ardahan'dan çekildi. 1918 senesinin Temmuz ayinda Besinci Mehmed Resad vefat etti. Vefatinda 73 yasini geçiyordu. Eyüp Sultan'daki türbesine gömüldü. (Allah rahmet eylesin)

Erkek çocuklan : Mehmed Necmeddin,Mehmed Ziyaeddin, Ömer Hilmi.

Kiz çocugu olmamistir.

Kaynak: Osmanli tarihi

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 February 2008, 13:44   Mesaj No:40

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

Sultan Mehmed Vahiduddin (Vahdettin)

Babasi : Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülistü Kadin Efendi

Dogumu : 2 Subat 1861

Vefati : 15 Mays 1926

Saltanati : 1918 - 1922 (4) sene



--------------------------------------------------------------------------------

Mehmed Vahidüddin de Istanbul'da dogmustur. Orta boylu, zayü fakat kuvvetli bir vücudu vardi. Kiymetli ulema tarafindan iyi bir tahsil yaptirildi.Tahta çiktiginda Osmanli Devleti en kötü günlerini yasiyordu. Birinci Dünya Savasinda kendi cephelerimizde gâlip gelmemize ragmen yenik çikmistik. En agir sartlari ihtiva eden Mondros ve Sevr anlasmalari yapildi. Devletin tamamen elden çiktigini gören padisahin yüksek seviyede bir gizli toplanti yaparak zamaninin kabiliyetli subaylarina, Anadolu'ya geçip milleti istilâcilara karsi ayaklandirip teslim olmamalarini tavsiye ettigi söylenir. Anadolu'da Milli kiyam harekâti oldu. Milli Meclis tesekkül etti. Yeni meclis Padisahligi kaldirarak, Cumhuriyet idaresini kabul etti. Zaten Istanbul isgal altinda idi.Padisahin elinde ne bir kuvvet ve ne de bir selâhiyet vardi. Padisahligin kaldirilmasi ve Osmanli Hanedanina yapilan tenkitlerin son hadde varmasiyla Istanbul'dan, dolayisiyle Türkiye'den ayrildi. 641 senelik Osmanli Hanedaninin son üyesi, son padisahi ve müslümanlarin yüzüncü halifesinin bu ayrilisinda sene 1922 idi. Avrupa'nin bir çok yerlerine ugradi. Pek çok yerden oturma teklifi aldi. Fakat hiç kimsenin gizli gayesine alet olmadi. Nihayet Italya'nin San Remo sehrinde oturmaya karar verdi. Vefatina kadar orada kaldi. Hayati maddi sikintilar içinde geçti. 15 Mayis 1926 tarihinde vefat etti. Cenazesi Türkiye'den istenmedigi için Türkiye'ye getirilemedi. Borçlari bulundugundan tabutuna haciz kondu. Suriye Devlet Baskani cenazeye sahip çikti ve tabutu Suriye'ye getirtti. Sam'da Sultan Selim Camii avlusuna defnedildi. Vefatinda 65 yasinda idi. Defnedildigi mezarlik 1965 senesinde park haline getirildi. Simdi mezarinin da kat'i olarak nerede oldugu belli degildir. (Allah rahmet eylesin). Son padisahin Seyhülislamlari: Musa Kazim Efendi, Dagistanli Ömer Hulusi Efendi, Hayderi Zâde ibrahim Efendi, Mustafa Sabri Efendi, Dürri Zade Abdullah Efendi, Medeni Mehmed Nuri Efendi.

Sadrazamlari : Talat Pasa, Izzet Pasa, Ahmed Tevfik Pasa,Damad Ferid Pasa, Ali Riza Pasa, Hulusi Salih Pasa ve Tevfik Pasa.

Erkek çocuklari: Mehmed Ertugrul Efendi.

Kiz çocuklari: Rukiye Sultan, Sabiha Sultan,Fatma Ulviye Sultan.

Kaynak: Osmanli tarihi

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları

Cevaplar Son Mesajlar
Osmanlı Torunu Onur! umut Trabzonspor 0 28 November 2013 23:04
Osmanlı padişahları nasıl öldü? umut Osmanlı Tarihi 34 20 December 2009 23:59
Osmanlı döneminde parfüm PESTEMAL Güzellik ve Bakım 0 20 March 2008 16:07
Osmanlı padişahların eşleri PESTEMAL Osmanlı Tarihi 0 25 February 2008 13:45
Osmanlı'da Askeri Teşkilat PESTEMAL Osmanlı Tarihi 14 25 February 2008 11:45

Yeni Sayfa 1

www.papatyam.org Ana Sayfa

Tefekküre Davet Köşesi

Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın

                       Instagram         

Papatyam alemdarhost.com sunucularında barındırılmaktadır.