AVUSTURYA (Viyana) - Papatyam Forum

Papatyam Forum

Go Back   Papatyam Forum > ..::.TÜRKİYE ve DÜNYA ÜLKELERİ.::. > Diğer Ülkeler

Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Alt 09 July 2008, 11:09   Mesaj No:1

umut

Papatyam Editörü
Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:umut isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 1242
Üyelik T.: 19 February 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:İSTANBUL
Yaş:62
Mesaj: 13.567
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart AVUSTURYA (Viyana)

AVUSTURYA (Viyana)

Avusturya Yazıları (Viyana)


Tarih, Modernizm, Müzik, Kültür: İşte Viyana...

Budapeşte’yle vedalaşıp yeni bir yeri keşfetme merakı ve heyecanıyla otobüsle Viyana’ya doğru yola çıktık. Budapeşte’den Viyana’ya yaklaşık dört saatlik bir yolumuz var.

Viyana, yüzyıllar boyunca Hofburg hanedanının yerleşim yeri olmuş, bu nedenle de şehirde yoğun bir şekilde bu havayı hissettiren, aristokrasi kokan, bir yandan tarihi dokusu, diğer yandan modernizmi, müziği, kültürüyle insanı ilk görüşte büyüleyen bir şehir.

Şehre girince ilk durağımız “Hundertwasser Evi” oldu. Friedensreich Hundertwasser, Avusturyalı bir mimar-ressam. Doğada hiçbir şeyin düz çizgileri olmadığından hareketle, alışageldiğimiz düz çizgileri ve simetrik yapısı olan binaların insan doğasına uygun olmadığını düşünen mimar, farklı yöntemler denemiş. Dış duvarlarda veya evin içinde engebeli yapılar, asimetrik çizgiler, hiçbiri birbirine benzemeyen pencereler, rengarenk mozaikler ve olabildiğince bitkiden oluşan binalar tasarlamış. Bunlardan biri de Viyana’da bulunuyor. 1983-85 yılları arasında yapılan Hundertwasser Evi, ressamın ilk mimari projesiymiş. Dışardan bakınca “evet ya, neden illa simetrik olması gerekiyor ki bu binaların, böylesi çok daha güzelmiş” dedirten çok sevimli, eğlenceli, rengarenk, şeker gibi evler.






Bu evlerde yaşayan insanlar var tabi. Orda oturan bir tanıdığınız yoksa -normal olarak- içini görme şansınız da yok tabi. Sürekli olarak turistlerin gelip evlerinin fotoğraflarını çekmeleri onlar için nasıl bir duygu bilemiyorum. Dışardan göründüğü kadar sevimli mi içleri, bu asimetrik yapılar eşya yerleştirme bakımından zorluklar çıkarıyor mu bilemem ama evleri dışardan izlemesi çok güzel. Evlerin tam karşısında bir de “Hundertwasser Village” adıyla hediyelik eşyaların satıldığı, bir kafesi olan, aynı mimar tarafından tasarlanan içinde yine mozaikler ve asimetrik çizgileri olan tuvaleti bulunan bir alan var. Burada ayrıca bundan sonra Viyana’nın her yerinde karşılacağımız ressam Gustav Klimt’in eserlerinden oluşan geniş bir hediyelik eşya bölümü var. Böylece daha adımımızı atar atmaz ressamların, mimarların, müzisyenlerin bu şehirdeki varlığını ve önemini hissetmek mümkün ki boşuna denmiyor sanatsal, kültürel şehir diye.




Hayran hayran bakıp sağından solundan fotoğrafladığımız şeker gibi evleri arkamızda bırakıp otobüse biniyoruz. Otobüsle turlarken, ağzımız açık, 15 dakika kadar hiç konuşmadan etrafa baktığımızı farkettiğimiz an “burası nasıl bir yer” şaşkın bakışlarıyla arkadaşımla birbirimize baktık. Ve sonra şehrin ilk görüşteki büyüsünden sıyrılıp Schönnbrun Sarayı’nın bahçesinde 37 derece sıcakta yürümeye başladık.




Hofburg Hanedanının imparatorluk saraylarından biri olan Schönbrunn (Güzel Çeşme), simetrik bahçe süslemeleri olan, çok büyük bir alan içinde kurulmuş bir saray. Günümüzde müze olarak kullanılıyor. Sarayı arkamıza alarak bahçeye doğru bakınca ta uzaklarda bir Neptün Çeşmesi görünüyor. Çeşmenin arkasındaki, zigzaglı ve yokuş bir alanı 37 derece sıcakta ve verilen kısa süreli serbest zamanda tırmanmayı başaranlar güzel bir zafer takı ve arkasında da bir gölet görüyormuş. Biz sadece çeşmeye kadar gidip uzaktan görmekle yetindik. Sarayın çok büyük bahçesinin içinde bir de hayvanat bahçesi var. (Bu leylek oradan mı kaçtı acaba?) Dünyanın en eski hayvanat bahçesi olan Schönbrunn Zoo (Tiergarten)’yu gezmek için saatler ayırmak gerekiyor. Broşürüne bakılırsa, içinde imparatorun kahvaltı için kullandığı, bugün ise restorant-kafe olarak kullanılan Kaiser Köşkte otururken, pandaları görmek mümkünmüş. Hayvanat bahçesine giriş sanırım 17 Euro idi. Schönbrunn Sarayına Karlsplatz’tan yeşil metroyla (U4) gidilebiliyor.




Savoy Prensi Eugene’nin yazlık sarayı olarak dönemin önemli barok mimarlarından Hildebrandt’ın yaptığı (18.yy) Belvedere Sarayı ise iki bölümden oluşuyor. Sarayın bahçeleri dünyadaki barok manzaralar içinde en iyilerden kabul ediliyor. Yukarı Belvedere, Ortaçağdan bugüne kadarki Avusturya sanatının en etkili koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. 1900’lü yılların sanatının sergilendiği sergilerin kalbinde ise dünyanın en büyük Gustav Klimt koleksiyonu yer alıyor. Klimt’in “Öpücük” ve “Judith” gibi en önemli eserleri de burada sergilenmekte.




Aşağı Belvedere’de ise Prens Eugene’nin kişisel odaları ve resmi odalar yer almaktaymış. Burada geçici sergiler düzenleniyor.

İki önemli sarayı gezip otele gittik. Eşyaları odaya bırakır bırakmaz, bütün gün yol gelmişiz, 37 derece sıcaklıkta sarayları gezmişiz, yorulmuşuz, acıkmışız kimin umrunda kendimizi ilk bulduğumuz trene atarak tekrar şehri keşfe çıktık.

Trenden Karlsplatz’da inerek yürüyüşe başladık. Burada dünyanın en önemli üç operasından ve şehrin buluşma noktalarından biri olan Opera binası var (Staatoper). 2.Dünya Savaşı’nda çok hasar aldığı için yeniden yapılmış, merdivenleri ve fuayesi ise ilk yapıldığı (1869) yıllardan kalmaymış. Hemen arkasındaki Karntner Sokağı boyunca yürürken solda meşhur bir pastane görüyoruz. Sacher Kafe, kayısı kokulu çikolatalı sacher pastası ile ünlü.

Opera binasını görerek sağlı sollu lüks mağazaların, çok şık kafelerin olduğu sokaklarda yürüyerek Stephansplatz’a geldik. Burada şehrin görkemli bir sembolü olan gotik tarzdaki, çatısı renkli seramik kaplı, uzun kuleli, etkileyici bir kilise olan Stephan Katedrali var. İçi oldukça büyük, rehberli turların da yapıldığı, karanlık, görkemli bir kilise.





Artık bu civarda nereye gidersek gidelim bu yapıyı referans alarak ara sokaklara dalıp rahatça kaybolabiliriz. Kiliseye sırtımızı verip devam ederek araç trafiğine kapalı ama insan trafiğine son derece açık Graben’de yürüdük. Peter Kilisesi ve büyük bir veba anıtının da bulunduğu bu cadde şehrin önemli bir alışveriş ve yaşam merkezi. Yeşil, bakır çatılı kilise, aziz Petrus’a adanmış. İçinde azizleri ve melekleri temsil eden birçok heykelin, duvarlarda resimler, kabartmalar ve yaldızlı süslemelerin olduğu, ne bulunmuşsa içine konmuş izlenimi veren, sadelikten uzak, karmaşık bir görüntüsü var. Neye bakacağımızı şaşırdık doğrusu.




Buradan devam edince Michaler Meydanı bizi karşılıyor ve arkasında da şu meşhur Hofburg İmparatorluk Sarayı. Yapımına 13.yy.da başlanan ve sürekli yeni bölümler ilave edilen oldukça büyük bir saray. Yeşil bir kubbesi ve Herkül heykellerinin süslediği çatısı var. Sarayda, İmparatoriçe Sisi’nin gümüş koleksiyonunun sergilendiği bir bölüm de var.




Kemerli kapıdan arka tarafa doğru geçince sarayın arka bölümünü görüyoruz. Karşısı şehrin önemli meydanlarından biri olan Maria Theresienplatz (Maria Teresa Meydanı). Bu meydanda, görkemli ve birbirine çok benzeyen iki yapı var. Kunsthistorisches Museum (Güzel Sanatlar Müzesi) ve Naturhistorisches Museum (Doğal Tarih Müzesi). Zaman darlığından müzeleri gezemedik ne yazık ki.




Bu meydanın güzelliğini yeterince hazmedemeden karanlığa kalmadan her yeri görelim telaşıyla yolumuza devam ediyoruz. Museumquarter’ı geçip, Parlamento'yu ve Belediye Binası’nı görüp Universitat metro istasyonuna varıyoruz.




Buraya kadar şehrin en önemli yapılarını dışardan da olsa görmüş oluyoruz. Buradan ise 38 nolu tramvayla Grinzing’e gidiyoruz.

Grinzing iki katlı bağ evlerinden oluşan, meyhaneler mekânı. Civarda birçok meyhane var. Eski ve çok çeşitli tirbüşonların duvarlarında asılı olduğu, girişi çok güzel olan bir tanesine giriyoruz.




Yukarı çıkınca bir bahçeye açılan çok güzel bir yer. Ama burda durmayıp diğerlerini de gezmeye karar veriyoruz. Bu meyhanelere “Heurigen” deniyor. Kendi şarabını kendisi yapan meyhane demekmiş. Civardaki bir çok meyhaneye girip bakıyoruz. İçerden akordion ve keman sesi gelen bir tanesine oturuyoruz. Masaları dolaşıp hep beraber Almanca şarkılar söylüyorlar. Sonra başka bir masaya geçtiklerinde “Yıldızların Altında”yı çalmaya başladılar. Masadakilerle beraber 2-3 tane Türkçe şarkı çalıp söylediler. Viyana’da yaşayan veya turist olarak giden çok Türk varmış ve onlar da öğrenmişler bizim şarkılarımızı. Hafta içi olduğu için mi bilmiyorum öyle bir yer için biraz hareketsiz ve az kalabalık geldi bana. Zaten olanların hepsi de turistti. Biz de biraz oturup tekrar tramvayla şehre döndük.




Ulaşım haritasına bakınca 5 tane metro hattı (U-Bahn), hızlı tren, bölgesel tren, banliyö treni, havaalanı treni, tramvaylar ve otobüslerle biraz karışık görünüyor ama Viyana’da toplu ulaşım çok rahat. Şehirde özellikle gidilmesi gereken yerler için metro ve tramvaylar yeterli, diğerlerine pek ihtiyaç olmuyor. Tabi oteliniz bizim gibi şehre oldukça uzak bir noktada değilse. (Grinzing dönüşü, tramvay, metro, tren ve otobüs kullanmak zorunda kalmıştık.)


Bu sitede yer alan tüm yazı ve fotoğraflar bana aittir (Derya ÇÖLAŞAN).
__________________
*********ASLA BİRİLERİNİN UMUDUNU KIRMA BELKİDE SAHİP OLDUĞU TEK ŞEY "O" DUR **********
KALEGÜNEY
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları

Cevaplar Son Mesajlar
AVUSTURYA (Viyana ve Çevresi) umut Diğer Ülkeler 0 09 July 2008 11:23

Yeni Sayfa 1

www.papatyam.org Ana Sayfa

Tefekküre Davet Köşesi

Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın

                       Instagram         

Papatyam alemdarhost.com sunucularında barındırılmaktadır.