Papatyam Forum - Tekil Mesaj gösterimi - Yükselme Devri
Konu Başlıkları: Yükselme Devri
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 February 2008, 12:50   Mesaj No:27

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Yükselme Devri

ISTANBUL FETHININ HAZIRLIKLARI

Fâtih Sultan Mehmed, Rumeli Hisari (Bogazkesen)'nin tamamlanmasindan sonra ordusu ile birlikte Istanbul surlarina iyice yaklasarak sehri yakindan görebilmisti. O, hem arazi hem de surlarla ilgili tedkikler yaptiktan sonra 1 Eylül günü Edirne'ye dönmüstü. Onun buradaki en önemli düsüncesiIstanbul'u almakti. Nitekim Dukas, genç hükümdarin Istanbul'u almak için ne denli kararli oldugunu verdigi su bilgi ile ortaya koymaktadir:

"Harman vakti geçti, sonbahar baslamak üzere idi. Sultan Mehmed, Edirne'deki sarayinda vakit geçiriyor, fakat gözüne uyku girmiyordu. Gece gündüz Istanbul'u nasil alabilecegini ve nasil bu sehrin sahibi olabilecegini düsünüyordu."

Iç dünyasinda, Kostantiniyye'nin fethi mevzuunda kendisini, uzun asirlarin gönlünden ve dilinden yuvarlanagelen bir manevî müjdenin son ve gerçek temsilcisi olarak gören hükümdar, zihnî ve ruhî imkanlarini bütün hizi ve bereketiyle hep bu nokta üzerinde toplamisti. Bununla beraber çevresini teskil eden devlet adamlarinin mühim bir kismi, hakli veya haksiz endiselerle onu böyle bir maceraya atilmakta desteklemiyorlardi. Hatta daha da ileri giderek, tecrübelerinden, bilgilerinden, hamiyetlerinden ve korkularindan söz açarak önüne yiginlarca engeller çikariyorlardi. Böylece, onun kararini tasvib etmediklerini ortaya koyuyorlardi. O devri yasamis bir tarihçi olarak Tursun Bey, bu mücadeleleri özetle söyle anlatir: "Her çend erkân-i devlet ve mülâziman-i hazret, tasrih ü kinaye birle, ânun metânet ü menâatini, ve mülûk-i mâzinin fethü kasdinda hazayn (hazineler) harc idüp, cem'-i asakir eyleyüb çare bulmadiklarin sem'-i serifine ilka ederler idi. Ve âna taarruzdan ziyade fitneye sebep olmak tevehhümatin ve ihtimalatin söylerler idi." Fakat pâdisah bunlara asla iltifat etmezdi." Öyle anlasiliyor ki Pâdisah, zaman zaman, Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin, Rumlari himaye etmekte oldugunu duyuyordu. Buna inanmasa bile pasanin bazi süpheli hareketlerini kendisi de görmüstü. Bu sebeple, devlet erkâni ile ulema ve komutanlarin fikirlerini ögrenmek üzere onlari bir toplantiya çagirdi. Herhalde bu toplantinin mahiyetini kimse bilmiyordu. Zira toplantiya gelenler agirlanmis, yedirilip içirildikten sonra dualar edilmis ve bundan sonra da vezirler tarafindan devlet isleri ile ilgili olarak hükümdara bilgi verilmisti. Iste bundan sonradir ki Fâtih Sultan Mehmed, meclistekilere "müddet-i medid ve ahd-i baiddir ki, âyine-i zamir-i münirimde bir suret mürtesem olmustur. Âni sizinle müsavere muraddir" diyerek söze baslar. "Insanlar, fikir, anlayis ve zeka bakimindan ne kadar ileride olurlarsa olsunlar, bu meziyetler, kendilerini baskalari ile müsavere etmekten alikoymamali." düsüncesine sahip olan hükümdar, Hz. Peygamberin dahi bundan müstagni kalmadigini ve böyle yapilmasini tavsiye ettigini*, bu tavsiyesinde de onun, Kur'an-i Kerim'in âyetini** gözönünde bulundurdugunu söyleyerek, ortaya atacagi konu üzerinde herkesin fikrini açikça belirtmesini istemisti. Meclistekiler, pâdisahin düsüncesi yaninda kendilerininkinin bir sey ifade etmeyecegini, fakat pâdisahin emirlerini yerine getirmis olmak için düsünebildiklerini arzedeceklerini söyleyince pâdisah tekrar söze baslayarak: "... Dünya devleti müebbed olmaz ve cihan-i fânide kimesne baki ve muhalled kalmaz" der. Bundan sonra yaratilistaki gayenin, Allah Teâlâ'yi bilip onun birligini kabul etmek ve yasandigi müddetçe onun "dergâhina takarrub" etmeye gayret etmek oldugunu, bu vesile ile en iyi ve faziletli insanin, küfür ve dalalet içinde bulunanlara karsi cani ve mali ile cihad eden insan oldugunu hadislerle belirtir. Bundan sonra Sultan Mehmed, "Belde-i tayyibe-i Kostantiniyye ki bag-i irem andan bir kûse ve süreyya nâk bostanindan bir kemterin kûse, ismi ve resmi ile illerde meshur ve dillerde mezkûr ve kütüb-i tevârihte mesturdur. Ne vechi vardir ki, ânun gibi menzil-i serif ve makam-i latif benim vast-i memleketimde ve arsa-i vilayetimde olup dahi eyyam-i devletimde küfr ocagi ve bagiler yatagi ve tagiler duragi ola. Elhasil niyetim ve himmetim ânun üzerine mukarrer ve musammam olmustur." der. Günümüzün Türkçesiyle söylemek gerekirse o söyle diyordu: Irem baginin kendinden bir köse oldugu Kostantiniyye, adi ve sani ile dillerde söylenmis, illerde ünü taninmis ve tarih kitaplarinda yazilmistir. Niçin böyle güzel ve degerli bir yer ülkemin ortasinda ve idarem arasinda olup ta saltanatim günlerinde küfür ocagi, taskinlar yatagi ve âsiler duragi olsun. Kisacasi Bizans'in üzerine gitmeye niyetliyim. Umarim ki, tedbirimiz Allah'in takdirine uygun düser. Bu arada devletin kurulusundan, Rumeliye geçisten, Istanbul'un, ülkesinin ortasinda bir küfür beldesi olarak kalisindan, Bizans'in tezvirat ve çevirdigi entrikalardan bahseden pâdisah, sözlerine söyle devam eder: "Kendimizi ecdadimiza layik olmayan halefler olarak göstermeyelim, aksine, onlarin en has nesli oldugumuzu, onlarin kahramanlik ve meziyetlerinin benzerini gösterebilecegimizi ortaya koyalim. Zira onlar, nice tehlike ve sikintilarla kisa bir zaman içinde Asya ve Avrupa'daki bütün bu yerleri ele geçirip oralarin hakimi oldular. Nice büyük sehir ve kaleleri fethe kadir oldular. dedikten sonra Bizans isini halletmeden hiç bir mühim tesebbüse girismeyecegini, bundan dolayi devlet erkâninin bu husustaki fikirlerini ögrenmek istedigini belirtir. Bunun üzerine meclis, isi müzakereye baslar. Bir kisim devlet erkâni, pâdisahin fikrine uyar, bir kismi da muhalif kalir. Muhaliflere göre Istanbul, alinmasi güç bir sehirdi. Çünkü içinde bol nüfusu ve etrafinda çok kuvvetli bir suru vardi. Sehrin, siddetle müdafaa edilecegine göre, alinamama ihtimali de vardi. Böyle bir durumda, devletin prestiji azalacakti. Onun için böyle bir tesebbüse girismemek icab ederdi. Gerçi hükümdar, Bizans'in bol malzemeye ve külliyetli miktarda silaha sahip oldugunu biliyordu. Fakat meseleyi isten anlayan kimselerle müsavere etmis ve buranin "akl ü tedbir"le alinabilecegi sonucuna varmisti. Nisanci Mehmed Pasa, gerek sehrin zaptinin zorlugu, gerekse Fâtih'in kararligi hakkinda su bilgiyi verir: "Bu sehri, Rum, Sam ve Trabzon denizlerinin kucakladigi iki kita sarmisti. Kâfirlerden büyük bir kalabalik bu sehri gece, gündüz koruyordu. Dogru ve saglam düsünce sahibi olanlar, buranin fethine imkân bulunmadigina, kâfirlerin elinden alinmasinin muhal (imkânsiz) olduguna, buraya mâlik olmaya çalismanin soguk demiri dövmeye, burayi elde etmek istemenin seytandan hayir ummaya benzedigine hükmediyorlardi. Lakin yüce hazrete yüksek himmet, kutlu kuvvet, saglam ve kötülüklerden arinmis nefs verildigi için, unsurlar kendisine pek açik surette boyun egiyordu. Bu sehrin, savasçi kâfirlerin eli altinda kalmasini iyi görmüyordu.*

Tacizâde Cafer Çelebi de (s. 8) Meclisteki bu farkli iki görüsü söyle nakleder: "Vezirlerden degisik görüsler geldi. Isabetli görüsleri olan zeki, akilli, cesur ve celâdet sahibi olanlar, pâdisahin bu düsüncesini yerinde bulup gerekenin yapilmasi için hazirliklara baslanmasini istiyorlardi. Bir kismi ise surlarin saglamligi, giris ve çikis noktalarinin zorlugunu ileri sürerek Istanbul fethini, Anka kusunu avlamaya benzettiler. Keza onlar, buranin zaptini, gök kubbenin fethine denk sayilacagindan, bundan vazgeçilmesinin daha uygun olacagini söylediler. Bu fikirler karsisinda genç sultan:

"Allah'in takdiri olunca, alisilagelmis nice imkânsizliklar, kolaylasir. Bütün kâinat onun aksine çalissa da fayda vermez. Bunun aksine basit ve elde edilmesi kolay bir isi de, sayet Allah dilemez ise, cümle âlem onu yapmaya yönelse, yine de basaramaz. Bu konudaki ümidim ne mal ve mülk bolluguna, ne ordu ve kahramanlarin çokluguna, ne de savas âlet ve vasitalarinin fazlaliginadir. Aksine, sadece Hakk'in lütuf ve yardiminadir. Esas gayem de, Islâm'in yüce prensiplerini ortaya koymaktir. Eger o kalenin benim tarafimdan fethi takdir buyurulmus ise, kale burçlari tas ve topraktan degil, saf demirden de olsa öfke ve kahr atesi ile onu eritip mum gibi yumusatirim" der.

Muhalif grup, Çandarli Halil Pasa etrafinda toplaniyordu. Pâdisahin, bu muhalefetten fena halde cani sikilmis olmalidir ki "eger o kal'anin benim elimde feth olmasi mukadder olmus ola, burç ve barulari tas ve topraktan degil de demirden olmus olsa ates-i hism ve kahrla mum gibi eritip yumusak eylerim." diyecektir. Hükümdarin yakinlarindan bir zümre ise, bu fikrinde kendisini destekliyor, hamleci kararlarina, emekleri, hevesleri ve heyecanlari ile yardim ediyorlardi. Meclis disinda, bu ikinci grubun fikrine katilanlarin basinda Aksemseddin geliyordu. O, bir taraftan genç hükümdarin ruh yapisinda bir cihad açarak onu kendi kendisinin emîri kilip kütle emrine kostuktan sonra, bu orta malini "fi-sebilillah" cihada tesvik etmesi pek tabii idi.

Meclisten, Istanbul'un feth edilmesine dair karar çiktiktan sonra, beylerbeyilerine, sancakbeyleri ile subasilarina ve askerlikle ilgili olanlarin tamamina "ahkâm-i serife" yazilarak bahara kadar hazirlanmalari ve savasa katilmak üzere toplanmalari emrolundu. Bu sebeple, Rumeli ile Anadolu'daki Osmanli sehir ve kasabalarinda geceli gündüzlü çalismalara baslandi. Fakat Gelibolu ile Edirne'deki faaliyet hepsinden daha fazla idi. Gelibolu'da tezgahlara yeni yeni gemiler konuyordu. Bu arada bakir kapli (zirhli) gemilerin de yapilmasina itina gösteriliyordu. Kritovulos, genç hükümdarin bu neviden faaliyetlerinden bahsederken sunlari söylüyor: "Bir taraftan yeni gemilerin insasi, öbür taraftan da, zaman asimi yüzünden tamire muhtaç olanlari da tamir ettiriyordu. Bu gemilerin bir kismi zirhli olarak yapilmisti. Otuz ve elli çift kürekle sür'atli bir sekilde hareket eden hafif gemiler de yaptirdi. O, gerek yeni gemi insaati, gerekse tamir konusunda hiç bir masraftan kaçinmamisti. Bundan baska o, ülkesinin kiyilarinda bulunan gemileri toplayip onlara komutan, dümenci ve diger görevlileri yerlestirdi. Gerek savas, gerekse kusatma için kara ordusundan çok, deniz kuvvetlerine önem verdiginden bu ordunun daha iyi ve itinali seçilmesine gayret etti. Komutasi Gelibolu valisi olan Baltaoglu Süleyman Bey'e verilmis olan bu donanma, 1453 baharinda Gelibolu'dan Istanbul'a dogru hareket etti."

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla