Durumu: 
 
Papatyam No :
 882 
Üyelik T.:
23 May 2006 
Arkadaşları:0
	Cinsiyet:  					
		
Mesaj:
900 Konular:
  
	  
Beğenildi:
Beğendi: 
 
Takdirleri:10  
Takdir Et: 
	 
       		
				Konu Bu  
				Üyemize Aittir!  
        | 
	
	
	
		
		
			
			
				 
				Annelere, Babalara, Anne-Baba Olacaklara
			 
			 
			
		
		  
 
 
  Annelere, Babalara, Anne-Baba Olacaklara    
 Annelere, Babalara, Anne-Baba Olacaklara.... Çok Özel Güzel Bir Yazı... 
Lütfen Okuyunuz...  
 
Zamane Anneleri
    "Sen de dedem gibi ölecek misin, anneanne?" sözleri hasta odasında  
yoğun sessizlik yaşanmasına neden olmuştu. Geçirdiği ameliyatlardan sonra pek 
toparlayamamış yaşlı bayan hastamızı ilkokula yeni başlamış torunu ve kızı 
ziyarete gelmişti. Küçük çocukları hasta ziyaretine kabul etmememiz  
başlangıçta sorun yaratmış, kısa süreli ziyaret için izin koparmışlardı. 
Hasta odasında ana kız konuşup dertleşirken torun araya girip sormuştu o 
can sıkıcı soruyu. Kafamı eğip elimdeki dosya ile ilgileniyormuş gibi  
yaptım. Hastamız torununu yatağın kenarına oturttu. Ellerini tutarak 
 
 "Şimdi değil, iyileşip eve döneceğim, merak etme. Hemen ölmeyeceğim.  
 
Ama erveya geç hepimiz öleceğiz" dedi. Torun yanıttan pek tatmin olmuş gibi değildi. 
    - Ama bu haksızlık, anneanne. Ölünce onları bir daha göremiyoruz.  
 
Dedemi çok özledim ben. 
    -Merak etme, insanlar ölünce görünmez olular ama hepten yok olmazlar.  
    Torun bir süre ananesinin boynundaki kolye ile oynayarak düşündü. 
Sonra "Peki 
insanlar ne oluyor, ölünce" diye sordu. Anneanne önce bana sonra kızına 
baktı. Torununun saçını okşayarak; 
    -Bir şekilde aramızda oluyorlar, ölenler. Kimi bir renk,kimi tat veya 
koku kimi de dokunuş olup geri geliyorlar. Mesela rahmetli annemin yaptığı 
puf böreğini hiç unutmadım. Nerede o kokuyu veya tadı bulsam annemin orada  
yanımda olduğunu bilirim. Dedeni ise saçlarımdaki dokunuş ile hatırlarım. 
Nerede bir rüzgar saçlarımı okşasa dedenin yanımda olduğunu düşünür, 
sevinirim. 
 
    -Peki sen ölünce ne olup geleceksin, anneanne?  
 
    -Onu sen bileceksin. Beni nasıl hatırlamak istersen o şekilde geleceğim yanına. 
    Ziyaret kısa sürmüştü. Onlar odadan çıktıktan sonra hastamız 
torununu çok özlemiş olduğunu belirterek ziyarete engel olmadığımız için teşekkür etti.  
    -Bu küçük torunumu büyüğünden daha çok seviyorum, doktor bey. 
    -Torunlarınız arasında ayırım yapmamanız gerekmez mi? 
    -Haklısınız ama böyle olmasında biraz kızımın da kabahati var. İlk 
çocuğunu çabuk büyütmeye çabaladı. Kendince başardı da. Ama hepimizden 
uzak soğuk, ağır biri oldu çıktı, büyük torunum. Şimdi hepimiz yakınıyoruz 
ama iş işten geçti. 
 
    -Neden böyle oldu?  
    -Ne yazık ki, kızım da diğerleri gibi zamane annelerinden oldu.  
 
Çocuğunu en iyi şartlarda, en iyi okullarda en iyi eğitim ile yetiştireceğim diye 
tutturdu. Çocuğun almadığı ders kalmadı neredeyse. Bale, piyano, tenis,  
yüzme dersleri yetmedi kolejlerde okuttu. Onunla birlikte ders çalışıp 
sınavlara birlikte girdi sanki. Şimdi adı sanı duyulmuş kolejlerden 
birinde okuyor. Ama hepimizden uzaklaştı. Derslerinden başka oyun bilmeyen  
soğuk ağır biri oldu. 
    Bir süre sustu, soluklandı. Elimi tutup yatağında doğruldu. 
Yastıklarını düzelttim. 
 
    -Zamane anneleri böyle oluyor, işte. Çocuk yetiştirmeyi 
yemek yapmak  
sanıyorlar. Parayı bastırıp en donanımlı mutfakta en iyi malzemeleri 
kullanırsa yemeğin mükemmel olacağını hayal ediyor, ortaya çıkan yemeğe 
bakıp neden lezzetli olmadığını soruyor, kabahati mutfakta veya malzemede  
arıyorlar. Kendilerine hiç kabahat bulmuyorlar. Halbuki elinin emeği, 
sabrı, özeni olmadıkça lezzeti yakalayamazsın. Hele bir sarma sarsınlar da 
göreyim ben onları. Bu kez de "o kadar emek verdim, kimseye yedirtmem"  
diye tutturur bunlar. Sanki analarından böyle gördüler. Hayat kolaylaşıp 
hızlandıkça her şeyin aynı kolaylıkla yapılacağını sanıyor bu zamane 
anneleri. Çocuklarını da çabuk büyütmeye uğraşıyorlar. Onları hızlı 
yaşlandırdıklarının farkında bile değiller. 
 
    -Yani? 
 
   -Çocuk bu, yetiştiği ortamdaki insanlara anne babasına benzeyecek elbet. 
Çocuk onlara benzemeye başladıkça anneler kendi beğenmediği yönlerini  
çocuklarında görüp kızıyor, nerede hata yaptıklarını bulmaya çabalıyorlar. 
İkinci çocukta ise o ilk heves kalmıyor da öyle kurtarıyor onlar 
kendilerini. 
    Boğazı kurumuştu. Bir yudum su içip eskiden ailelerin ilk  
çocuklarının ağabey ve 
abla ağırlığı ile yetiştirildiğini ilk çocukların aileyi iyi yansıtma 
görevi olduğu için daha değerli olduğunu ama artık devrin değiştiğini 
ailelerin kendilerini değil de hayallerini çocuklarına yüklediğini ilk  
çocuktan sonra gelenlerin ise daha özgür olgunlaşıp aileye daha çok 
benzediğini anlattı. 
    Birkaç gün sonra hastamızın baş ucunda suluboya bir resim vardı. 
Mavi gökyüzünde sapsarı güneş ve bir de uçurtma uçuran kız çocuğu vardı,  
 
resimde. Hastamız resim ile ilgilendiğimi görünce okumakta olduğu gazetesinden  
 
kafasını kaldırıp; 
    -Torunum benim için yapmış bu resmi, doktor bey. 
Resimdeki kız kendisiymiş. Karar vermiş, ben ölünce resimdeki gökyüzünün mavisi  
olacakmışım, onun için. Gökyüzüne her baktığında benim yanında olduğumu 
bilecekmiş, böylelikle. Bu sımsıcak güneş ise dedesiymiş. 
 Gözleri dolmuştu. Birkaç damla yaş süzüldü gözlerinden. "Torunumun  
gözünde gökyüzünün mavisi olacakmışım, dedesi de hepimizi ısıtan güneş.  
 
Daha neolsun?" dedi. Öğle arasında bahçeye çıktım.  
 
Yağan yağmurun ardından masmavi gökyüzünde açan güneş, sıcaklığını iyice  
 
hissettiriyor, ağaçlar sonbahara hazırlanıyordu.
 
 
Mehmet Uhri
  
 
		
		
		
		
		
			
				__________________ 
				SEVMEK GÜZEL ŞEY SEVİLMEKTE ONUN KADAR 
SEVİPTE SEVİLMEMEK ACIDIR ÖLÜM KADAR 
 
YALNIZLIK ALLAHA MAHSUSTUR 
HER CANLI BİR DOST ARAR 
TAŞIN KALBİ YOK AMA  
ONU DA YOSUNLAR SARAR 
			 
		
		
		
		
	 |